Lüleburgaz Muharebesi veya Karaağaç Muharebesi ya da Pınarhisar Muharebesi[2] (Bulgarca: Битка при Люле-Бургас, Bitka pri Ljule-Burgas), Birinci Balkan Savaşı'nda, 29 Ekim-2 Kasım tarihleri arasında; Bulgaristan Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu ordusu arasında yapılan ve Bulgar ordusunun kesin zaferi, Osmanlı ordusunun ağır yenilgisi ile sonuçlanan muhârebedir. Bu muhârebe de Kumanova Muharebesi, Kırkkilise Muharebesi ve İmroz Deniz Muharebesi ile birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Balkan Savaşı'nı kaybetmesine sebep en önemli muhârebelerden biri olarak görülmektedir. Ayrıca I. Balkan Savaşı'nın asker katılımı bakımından en büyük ve en geniş katılımlı muhârebelerinden biridir.
Muharebe Öncesi Durum
Bulgar Ordusu
Osmanlı ordusunun taktiksel ve lojistik hataları neticesinde Kırkkilise Muharebesi'ni kazanan Bulgar 1. ve 3. Orduları Kırklareli'ni ele geçirdi. Osmanlı Ordusu düzensiz bir şekilde Lüleburgaz'a doğru geri çekilmeye başladı. Yine Bulgar 2. Ordusu Edirne'yi tamamen kuşatma altına aldı. Bununla birlikte Bulgar ordusu Osmanlı topraklarına yürüyüş ve Kırkkilise Muharebesinde 3 gün boyunca aralıksız çarpıştığından yorgun olması sebebiyle Bulgar komutanlar arkada başka Osmanlı kuvvetlerinin olabileceğini düşündüğünden kaçan askerleri süvari kuvvetleri ile takipten kaçınmış sadece Kırkkilise'yi ve yakınındaki köy ve kasabaları ele geçirmekle ve Edirne'deki taburların, doğu ordusu ile irtibatlarını kesmekle yetinmişlerdir. Bu durum Osmanlı ordusunu toplu bir imhadan veya daha da ağır kayıplardan korumuştur.[1] Kırkkilise'de toparlandıktan hemen sonra Bulgar 1. ve 3.orduları Lüleburgaz istikametine doğru 25 Ekim'den itibaren ilerlemeye tekrar başladı. General Nazlimof komutasındaki Bulgar süvari tümeni Edirne-İstanbul şosesi boyunca ilerleyerek 25 Ekimde Babaeski'ye hiçbir direnişle karşılaşmaksızın girdi. Ertesi gün 27 Ekim'de Salih Paşa komutasındaki Türk süvari tümeniyle Bulgar süvarileri arasında Lüleburgaz batısında çarpışmalar başladı. Yine Süvarilerinin arkasından 26 Ekimde ileri harekete geçen Bulgar piyade tümenleri, üç günlük bir yürüyüşten sonra, ancak 28 Ekim günü Lüleburgaz mevziinde Osmanlı askerleri ile karşı karşıya geldiler.
Bulgar Ordusu Osmanlıların aksine ordu-kolordu-tümenler şeklinde değil ordu-büyük tümenler şeklinde yapılanmıştır. Bulgar ordusunun bu yapılanması modern bir yapılanma olmasa da, modern silahlar, donanım ve eğitimli asker, subay gücüyle bu açığı kapatabilmekteydi. Bunun yanında Osmanlıların yapılanması modern tarzda olsa da, bu yapılandırma için imparatorluğa yardım eden askeri heyet daha henüz bu işlemi tamamlamadan, Balkan Savaşı başladığından pek çok yönden orduda sorunlar bulunuyordu.
Savaşa başkomutan olarak katılan Bulgaristan Genelkurmay Başkanı İvan Fichev'in komutasında ve alt kademede general Vasil Kutinçev ve Radko Dimitriev yönetimindeki, 1. ve 3. Bulgar Ordusu, 107.386 Piyade, 116 makineli tüfek ve 360 toptan ilaveten süvari alaylarından ibaretti. Birlikleri piyade yönünden Osmanlılardan az olsa da, top, makineli tüfek yönünden üstündü, lojistik hatları iyi düzenlenmiş ve askerlerin eğitimi tam olması yanında Kırkkilise muharebesinde kazanılan zafer sonrası askerleri moralliydi. Yine cephane akışı da tam olarak sağlanmıştı. Bulgar Orduları şu kuvvetlerden ibaretti.
Bulgar 1. Ordusu, General Vasil Kutinçev komutasında: 1. Sofya Tümeni, 10. Geçici Tümen ve 10. Süvari Alayı.
Bulgar 1. Ordusu, Kırkilise Muharebesi sonrası 3. Piyade Tümeni gibi kuvvetli bir tümenini kuşatma altına alınan Edirne'den Osmanlılara yardım amaçlı bir saldırı tehlikesine karşı geride bırakmıştı. Bu durumda bu orduyu epey zayıflatmıştı.
Bulgar 3. Ordusu, General Radko Dimitriev komutasında: 4. Breslav Piyade Tümeni (Tümgeneral: Kliment Boyadzhiev), 5. Tuna Piyade Tümeni (Tümgeneral Pavel Hristov), 6. Vidin Piyade Tümeni (Tümgeneral Pravoslav Tenev), 8. Süvari Alayı ve 3 adet topçu taburu.
Bulgar Ordusunun bu muharebedeki en güçlü tümenleri bu ordudaydı.
Bulgar Ordusunun planı da basitti. Bulgar 3. Ordusu cepheden saldırıya geçip ön kısmındaki Osmanlı tümenlerini (1. ve 2. Doğu Orduları) geri çekilmeye mecbur ederken, zayıf olan Bulgar 1. Ordusu ise Bulgar sol kanadından (güneyden) çevirme harekâtına girişip, Osmanlı 1. Doğu Ordusu'nu geriletip, Osmanlı hatlarını arkadan kuşatacak ve kuşatılan Osmanlı Kuvvetleri yok edilecek veya geri çekilmeye mecbur edilecekti. Bununla birlikte Bulgar Ordusu alışılmadık bir şekilde bütün süvari kuvvetlerini kanatlarda veya ön hatlarda değil, piyade ve topçu taburlarının arkasında cephe gerisinde, merkez de konuşlandırdı. Bu konuşlandırma ile süvari alaylarının savaş esnasında zor duruma düşen veyahut çevirme yapılması gereken kanada gönderip Osmanlı ordusunu iyice zora düşürmeyi hedeflediler. Bir bakıma planlarında değişen duruma göre süvarileri ile muharebeye ve savaş planlarına esneklik kazandırmayı benimsediler ki; Bulgar komutanların bu hareketi muharebenin ileri safhasında büyük kazançlar sağlamıştır. Muharebede Bulgarlar süvari alaylarını Osmanlı 1. Ordusu'nu güneyden çevirmek için kullanmışlardır.[1]
Osmanlı Ordusu
Osmanlı ordusunun 1., 2. ve 4. kolorduları 25 Ekim günü Lüleburgaz yönünde, şehrin yakınında coğrafik açıdan savunmaya en elverişli hat olarak kabul edilen Lüleburgaz-Pınarhisar hattı boyunca savunma hattına doğru yığıldı. Bu arada doğu ordusuna, kaybettiği ve Edirne'de kuşatma altında bıraktığı tümenlere bir kısım yakından takviye birlikler gönderilmeye başlandı. Ancak gelen takviyeler nizami birlikler getirilemediğinden, daha çok acemi redif askerlerinden oluşuyordu. Başkumandan vekili Nazım Paşa 25 Ekimde yola çıkarak 26 Ekim'de Çerkezköye kadar geldi. Doğu Ordusu'nun karargahı Çorlu'ya kurulmuştu. Nazım Paşa, başlangıçta Ergene Nehrine kadar ordunun çekilmesi emrini verse de sonrasında fikir değiştirip Lüleburgaz'da yeni bir muharebenin yapılması ve Bulgar Ordusunun burada karşılanması kararını verdi. Diğer kolordu komutanları Nazım Paşa ile aynı fikirde olsalar da Doğu Ordusu komutanı Birinci Ferik Abdullah Paşa, Genelkurmay Başkanı ve kolordu komutanları ile aynı fikre sahip değildi. Ona göre savunmaya elverişli bir diğer hat olan Çorlu hattına bütün birlikler çekilip burada savunma amaçlı muharebe yapılmalıydı. Bunun üzerine Abdullah Paşa, Nazım Paşa'nın yanına giderek doğu ordusu komutanlığından istifasını istedi ancak istifası kabul edilmedi. Nazım Paşa, 27 Ekim günü, Lüleburgaz hattının savunulması hakkındaki kesin emrini verdi. Böylece Osmanlı Ordusu muharebe organizasyonunu hazırlamakta gecikmiş, zaman kaybına uğramış oldu.[1][4] Bir diğer Osmanlı ordusunun uğradığı zaman kaybı da Abdullah Paşa istifasının kabul edilmemesi akabinde cepheye dönerken Nazım Paşa'nın doğu kolordusunun yeniden yapılandırılması yönündeki emridir. Bu emri neticesi yetişen redif tümenleri ile birlikte doğu ordusu 1. Doğu Ordusu ve 2. Doğu Ordusu olarak ikiye ayrılmıştır ve 2 günde yeniden yapılandırılmıştır. Doğu ordusu komutanı Abdullah Paşa'nın bile dahil olduğu pek çok komutan bu durumu ancak 28 Ekim sonrası öğrenebilmiştir; bu tarihte de Bulgarlar öncü saldırılarına başlamıştır. Nazım Paşa'nın bu emri hem zaman kaybına neden olmuş hem de ordu içinde yönetim karışıklıklarına neden olmuştur; bu durum muharebede en çok bulgar ordusunun işine yaramıştır. Bunun yanında Osmanlı ordusu gelen takviyelerle 126.000 asker, 96 makineli tüfek ve 342 topa sahiptir, ayrıca 3.500 kişilik süvari kuvveti bulunmaktadır. Asker yönünden Osmanlılar fazla olsa da top ve makineli tüfek yönünden Bulgarlar üstündü. Bunun yanında Osmanlıların alaylarının büyük kısmı tıpkı Kırkkilise muharebesindeki gibi redif askerlerinden oluşmaktaydı ve nizami asker takviyesi fazla yapılamamıştı. Diğer yandan takviye olarak gelen 17. ve 18. kolordular cepheye 28 Eylül'de henüz tam olarak ulaşamamışlardı.
Nazım Paşa Osmanlı Ordusu'nu şu şekilde düzenlenmişti:
Kendisinin altında 2 orduya da emir verecek olan Birinci Ferik Abdullah Paşa 1. Doğu Ordusu - Abuk Ahmet Paşa tarafından yönetilen 3 kolordu ve bir süvari tümeninden oluşacaktı.
I. Kolordu: 2. (eksik alay) Piyade Tümeni, 3. Piyade Tümeni, 1. Geçici Piyade Tümeni ve Uşak Redif Tümeninden oluşacaktı.
II. Kolordu: 4. (eksik alay) Piyade Tümeni, 5.piyade tümeni, Kastamonu Redif Tümeninden oluşacaktı.
IV. Kolordu: 12. (eksik alay) Piyade Tümeni, İzmit Redif Tümeni ve Çanakkale Redif Tümeninden oluşacaktı.
Ayrıca bu ordu emrine "bağımsız süvari tümeni" verilmişti. 2. Doğu Ordusu - Hamdi Paşa tarafından yönetilen 3 kolordu ve 1 süvari tümeninden oluşmaktaydı.
III. Kolordu (Mahmut Muhtar Paşa Komutasında): 7. (eksik alay), 8. (eksik alay) ve 9. (eksik alay) Piyade Tümenleri; Konya Redif Tümeni, Amasya Redif tümeninden oluşmaktaydı.
XVII. Geçici Kolordu: Samsun Redif Tümeni, Ereğli Redif Tümeni ve Trabzon Redif Tümeninden oluşmaktaydı.
XVIII. Geçici Kolordu: Yozgat Redif Tümeni, Ankara Redif Tümeni ve Aydın Redif Tümeninden oluşmaktaydı.
Ayrıca "5. Hafif süvari alayı" bu ordu emrine verilmişti.
Yapılandırma yanında birde Nazım Paşa, Abdullah Paşa'yı atlayıp başkumandan olarak onun yerine kendisi bir harekât planı hazırladı ki bundan Abdullah Paşa'nın ancak 28 Eylülde Bulgar saldırısı başladığı esnada cepheye döndüğü vakit haberi olabildi. Nazım Paşa'nın hazırladığı harekât planı şu şekilde idi: 1. Ordu güneyde Bulgar ordusunu oyalarken, mevzii savaşları içine çekerken 2. Ordu Pınarhisar yönüne saldıracak ve düşmanı (Bulgar 3. Ordusu) geri çekilmeye zorlayıp ardından Bulgar 1. Ordusu'nu kuşatacak veya 1. Orduyu, Osmanlı doğu 1. ve 2. Ordu kuşatmalarıyla zor duruma düşürüp, 3. Ordu gibi geri çekilmek zorunda bırakacaktı. Bununla birlikte iş Osmanlı 1. Ordusunun ne kadar süre dayanacağına bağlıydı. Bulgar 1. Ordusu her ne kadar gücü zayıflamış olsa da, yine de güçlü 2 tümene sahip olmakla birlikte morali son derece iyiydi. Dahası 1. Ordu olarak görevlendirilen tümenlerin çoğu Kırkkilise muharebesinde önemli sayıda top ve mühimmatı cephede terk ettiklerinden bu kadar kısa sürede yeterli miktarda top takviyesi yapılamadığından bu yönden son derece zayıftılar.
Diğer bir sorunda birlikler arasında iletişimin kopukluğuydu. Zira Osmanlı'nın haberleşme ve ikmal hatları oldukça kötü durumda olup bu iki ordu arasında koordinasyonsuzluk dışında ordu içindeki tümenler arasında bile koordinasyon zayıftı ve bu sebeple de facto olarak harekât farklı komutanlarca yönetildi. Muharebede Nazım Paşa'nın hemen altında 2 ordunun komutanı olması gereken Birinci Ferik Abdullah Paşa fiilen sadece Osmanlı 1. Ordusu'nu yönetebilmiş ve Abuk Ahmet Paşa kendi kolordusunu sadece yönetmek zorunda kalmış, Osmanlı 2. Ordusu'nun bütün harekât yönetimini de Hamdi Paşa değil ileri hatlarda bulunan 3. Kolordu komutanı Mahmud Muhtar Paşa yapmak zorunda kalmıştır.
Bunun yanında Kırkkilise Muharebesi Osmanlı ordusunun Kırklareli'ni kaybetmesi ile birlikte Ahmet Muhtar Paşa başkanlığındaki Osmanlı hükûmeti 28 ekim günü istifa etti bu hükûmet yerine Kamil paşa hükûmeti kuruldu, bu hükûmette de Nazım Paşa, savunma bakanlığı ve başkumandan vekilliği konumunu korudu.
Muharebe
28 Ekim
28 Ekim 1912 günü, Kırklareli savaşından beş gün sonra mevziinin Güney Kanadında Bulgar ordusunun saldırıları ile süvari savaşları ve ortada Karaağaç bölgesinde Şevket Turgut Paşa'nın 2. Kolordusunun bazı piyade kuvvetleriyle Bulgar piyadeleri arasında önemsiz bazı çarpışmalar oldu. O gün istifası kabul edilmediğinden tekrar görevi başına dönen Abdullah Paşa da yokluğunda 1., 2., 4., Kolorduların bir ordu halinde toplanıp 4. Kolordu Komutanı Abuk Ahmet Paşa emrine verilmiş olduğunu ve vekaleten kendisinin görevini yaptığını gördü. Komutayı tekrar eline aldı. Abdullah Paşa, Vize'deki 3. Kolordu ile Vize bölgesini savunmayı, geriden gelmekte olan 17. Redif Kolordusunu da ihtiyatında tutmayı planlıyordu. Halbuki Başkomutan Vekili Nazım Paşa, 3. Kolordu ve arkadan yetişen 17. ve 18. Redif Kolordularını Kuzeyde toplayarak İkinci Ordu adıyla yeni bir ordu kurmuş ve komutanlığına da 18. Redif Kolordusu Komutanı Hamdi Paşa'yı getirmişti.2.bir Ordu kurulduğu ve bu 2.ordunun da saldırı görevininde olduğunu da ancak bir süre sonra öğrenebildi. Haberleşme araçlarının kıtlığı ve lojistik yokluğundan bu ordu ile Abdullah Paşa zorlukla irtibat kurabiliyordu.[C] Ayrıca Abdullah Paşa komutasındaki ordunun yiyeceği de mermisi de azdı.[5] Bu sebeple 2.orduyu yönetebilmesinin de bir olanağı bulunmamaktaydı.[A][4] Bulgarlar tam Osmanlı ordusunun yapılandırıldığı esnada saldırıya başlayarak Osmanlı ordusunu hazırlıksız yakalamış oldular.
Bununla birlikte Osmanlı 2. Ordusunun birlikleri Vize, Kırklareli yakınında olmakla hala taburlar cepheye yetişmeye çalışmakla, henüz cepheye tam olarak ulaşmamıştır. Osmanlı birinci ve 2. Ordularının tam arasında da bir boşluk bulunmakla Osmanlılar bu boşluğu kapatmaya çalışmaktaydılar.
29 Ekim
29 Ekimde, Kuzeyde General Dimitriyef'in Üçüncü Ordusu, Güneyde General Kutinçef'in Birinci Ordusu taarruza geçmişlerdi. Savaşlar Karaağaç kesiminde 2. Türk Kolordusu ve Güneyde Lüleburgaz civarında 4. Türk Kolordusu bölgesinde şiddetli oldu.4. kolordu Kırkilise Muharebesinde pek çok topunu kaybetmişti ve topçu desteği azdı,gelen topçu kuvvetlerinin ise iyi yerleşmiş Bulgar Topçuları karşısında yapacak hiçbir şeyleri yoktu. Osmanlı topçu ateşi bulgar topçu ateşi karşısında son derece zayıf kaldı. Bulgar süngü hücumları ile Bulgar 4.ve 6. tümenleri Osmanlı ordusunu geriletmeye başladılar. Karaağaç'ı ele geçiren Bulgarlar zorlukla durdurulabildi. 4. Kolordu ise, özellikle Bulgar 6. Ordusunun taarruzu, 1. ordunun da bu taarruza iştiraki ile Lüleburgaz'ı elinde tutamaz hale geldi. Bulgarlar, Türk 1. ordusunun sağ kanadında Lüleburgaz'da 4. Kolordunun zorlandığını fark edilerek yapılan iyice o bölgeye yüklendiler Türk ve Bulgar süvari tümenlerinin de katıldığı taarruz ve karşı taarruzlarla geçen savaş, iki tarafta da ağır kayıplara neden olmuştu.[4]
Bu arada Osmanlı 1. ve 2.ordusu arasındaki boşluktan yararlanarak Pınarhisar'dan zorlanmadan Çongara'ya kadar Bulgar 5. Tümeni ilerledi ve çevresindeki Osmanlı birliklerini rahatça püskürttü. Osmanlı 1. ve 2. ordusu daha savaşın başında bölünüp, kuzeyden çevrilme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine 2. ordudan 18. kolordu Çongara (Cevizköy)'ya ilerleme emri verildi ve bu kolordu Bulgar 5. tümenini karşılayıp çarpışmaya başladı. Bu sırada Osmanlı 2. Ordusuna bağlı 17. Kolorduya hızla Müsellim'e ilerleyip; Bulgar 5. tümeninin ilerlediği o boşluğu kapatma emri verildi. 3. Kolordu ise Pınarhisar yönüne doğru bu kolorduların en önünde ilerlemeye başladı. Saat 15.00'da Bulgar 5. tümeni 4 taburuyla, 3. kolordunun üzerine saldırıya geçti. Bulgarların etkili topçu ateşi ve süngü hücumlarına ve Osmanlılar daha siper bile kazamadan yakalamalarına karşın Mahmud Muhtar Paşa 3. Kolordusu ile direnip hatlarını korumayı başardı. Bulgar ordusu saldırı noktasına geri itildi. Hamdi Paşa ileri hatlarla bağlantı kuramaz hale geldiğinden fiilen 2. ordu da fiilen Mahmud Muhtar Paşa yönetiminde hareket etmekteydi. Bu cephede de iki taraf, akşama kadar kıyasıya vuruştu.[1]
Günün özetinde ise cephenin Güneyinde Bulgar Ordusu, Kuzeyinde Türk Ordusu taarruz halindeydi. Güneyde Türk Ordusu, Kuzeyde de Bulgar Ordusu zor duruma düştü. Kuzey ve Güneyde, tüm cephedeki bu kanlı boğuşma, sağanak halinde yağan bir yağmur altında akşam karanlığına kadar sürdü. İki taraf askerleri de, kötü hava koşullarındaki bu zorlu çarpışmada yorgunluktan bitap hale geldiler. Bu arada Bulgar generaller kuzeyde ordularının düştüğü zor durumu ve Türk taarruzunu, zor duruma düşebilme ihtimalini ele aldılar ancak yine de taarruzların güneyde devamına ve kuzey kısmındaki birliklerin şu an için direnişlerini desteksiz olarak sürdürmelerine karar verdiler. Güney cephede ilerlemelerini hızlandırmak ve Osmanlı 1. Ordusunu daha da zor duruma düşürmek için süvari alaylarını güneye Lüleburgaz yakınındaki Osmanlı 4. kolordusunu arkadan kuşatma tehlikesi yaratma ve geri çekilmesini sağlama amaçlı gönderdiler. 29 Ekim gününün en önemli olayı ise Bulgar kurmay heyetinin Osmanlı cephesinin genişliğini (yaklaşık 50 km, o günün şartlarında arabayla 10 saatlik mesafe) ve muharebe hattını öğrendiler.[2]
30 Ekim
30 Ekimde savaş, sabahın erken saatlerinde yine aynı tertiple başladı. Yani Kuzeyde Türkler, Güneyde Bulgarlar taarruzlarına devam ettiler. Güneyde Lüleburgaz bölgesinde Ahmet Abuk Paşa'nın 4. Kolordusu biraz geri çekilmesine rağmen savunmada yine de güçlük çekiyordu.Nazım Paşa düşmanın çekilme noktasına geldiğini sanarak bir kez daha müdahale etti ve 1. Orduya taarruz ve kaybettikleri mevziileri geri alma emri verildi. Bulgar 1. Ordusu ve 3. Ordudaki 4. ve 6. tümenlere ise bütün güçleri ve yedek kuvvetleri ile Osmanlı Kuvvetlerine yüklenip 29 ekimde bir türlü yapılamayan arzu edilen cephe yarma harekâtının yapılması istendi.Nazım Paşa'nın saldırı emirleri Osmanlı 1.ordusunu iyice zora düşürdü. Bu arada 4. kolordunun üzerine gönderilen Bulgar süvarisi mevzii kuşatmaya çalışmaktaydı. Lüleburgaz, Bulgarların eline geçti. Ortada Şevket Turgut Paşa'nın 2. Kolordusunun Karaağaç'taki mevzileri de yarılmak üzereydi. Nitekim az sonra Uşak Redif Tümeni, bozgun halinde çekilmeye başladı. Toplarının çoğunu Kırklareli çekilmesinde kaybeden 1. Kolordu da iyice güç duruma düştü. Kolordu Komutanı Ömer Yaver Paşa, savunmayı sürdüremeyeceğini bildiriyordu. Kırklareli zaferiyle moral kazanan Bulgar askerinin şimdi daha atak ve daha cesur olduğu gözlenmekteydi. Durum güneyde Osmanlılar için iyice tehlikeli bir hal almaya başladı,saat 16.00 sıralarında 2. Ordunun Karaağaç'taki Bulgar 6. tümenine yönelik saldırıları boşa çıktı. Türkbey köyü yakınındaki Bulgar taarruzu ise durdurulamayacak bir hal aldı. 1. ve 2. kolordu komutanları rapor halinde Abdullah Paşa'ya durumun içinden çıkılamaz bir hal aldığını bildirdiler. Bu arada Nazım Paşa da sürekli bir müdahale içinde 1. Ordudan taarruz ve direnme istemekteydi. Emrindeki üç kolordunun da tutunamadığını gören Birinci Ordu Komutanı Abdullah Paşa, Osmanlı haberleşme ve lojistik hatlarının bozukluğundan kuzeyde İkinci Ordunun Pınarhisar taarruzu hakkında da bir türlü doğru bir haber alamıyordu. Birde öğleden sonra saat 15.40 sıralarında 4. Kolordunun gerilemeye başladığı ve savunma düzeninin kaybolduğu haberi de bunun üstüne gelince; çekilmeden başka bir çare kalmamıştı. Abdullah Paşa, Kırklareli'nden sonra ikinci defa 30 Ekim 1912 gecesi saat 23.00'de yine "çekilme" emrini verdi. Her üç kolordu, gerideki Soğucak Deresinin Doğusuna çekileceklerdi.[4]
Oysa, o sırada kuzeydeki 2. Ordu, önde Mahmut Muhtar Paşa'nın 3. Kolordusu, arkasında Mahmut Muhtar Paşa'nın 17. Redif Kolordusu şiddetli Bulgar 5. Tuna piyade tümeninin direnişine karşın Pınarhisar yakınlarına kadar ilerlemişlerdi. 18. Redif Kolordusu da Vize bölgesine ulaşmıştı. Çongara'dan Bulgar 5. tümeni çekilmek zorunda kalmış, Pınarhisar'a doğru karşı saldırılarına karşın geriliyordu. Bulgar ordusuna gelen raporlarda kendileri için özellikle 5. tümen açısından durumun kritik olduğu yönündeydi. Başkomutan Vekili Nazım Paşa, haber aldığı Birinci Ordu Komutanı Abdullah Paşa'nın çekilme kararını hayret ve hiddetle karşılamıştı: "Hamdi Paşa'nın İkinci Ordusu ilerlerken Birinci Ordu'nun çekilmesini kesinlikle kabul etmem" diyordu. Gerçekten de General Radko Dimitriev ve başkumandanlık, Pınarhisar kesiminde başlayan ve başarılı şekilde ilerleyen Türk taarruzu karşısında tereddüde düşmüştü. Bu durumda, ertesi günü güneydeki başarılı taarruzunu durdurmak ve savunmaya geçerek geriden gelecek takviye birliklerini beklemek niyetindeydi. Ama, Güneydeki Abdullah Paşa kuvvetlerinin çekilmeye başlaması durumu değiştirmişti. Artık, Türkler Kuzeyde ilerliyor diye Güneydeki başarılı taarruzunu durdurmak için sebep kalmamış, tehlike atlatılmıştı.[4] Bugün muharebe açısından bir dönüm noktasıydı, 1. ordu biraz daha direnebilse mevziyi korusa, muharebeyi Osmanlı ordusu kazanacak halde iken[6] ibre Bulgar Ordusu lehine dönmüştü.
31 Ekim
Birinci Ordu'nun 30/31 Ekim gecesi çekilmesi, kör karanlıkta yine büyük bir karışıklık içinde başladı. Özellikle Kırkkilise muharebesinde olduğu gibi redif askerleri büyük bir panik içine düştüler. Ama Osmanlı Ordusu için esas büyük felaket Bulgar saldırıları ile bu geri çekilme operasyonun 31 Ekim sabahı aynı zamana çakışması ile yaşandı. Osmanlı savunma hattı Karağaç köyünden Bulgarlarca yarıldı. Saat 8.30'da Bulgar 6. tümeni saldırısı aynı anda geri çekilen I. kolordu ile aynı zamana rastladı, aynı durum bulgar 4. tümeninin saldırısına maruz kalan II. kolordu içinde yaşandı. Bu saldırılar neticesinde sürekli bir çatışma yaşandı ve I. kolordu Tatarlı'ya, II. Kolordu Topçuköy'e kadar bulgarlarca iteklendi. 1. Ordunun Karaağaç'taki (II. Kolordu) hattı Bulgarlarca yarılmış oldu. Redif tümenlerinin paniğe düşmesi ile geri çekilme kısa bir süre sonra bir kaçma, bir dağılma şeklini almış; panik havası yine birlikleri sarmıştır. O kadar ki 1. ve 2. kolorduların çökmesi ile direnmekte olan 4. kolordu bir de düşmanın sarma yönünde taarruzları ve Bulgar süvarisinin geri hatlarına sarkması ile iyice zora düştü ve Paşaköy'e çekilmeye çalışsa bile dağılmaya başladı. Askerleri Lüleburgaz-Çorlu yoluna doğru kaçmaya başladı. Firarlar 1. orduda hızla arttı. Çekilme tam bir bozgun halini aldı. Abdullah Paşa geri çekilme noktasında orduyu durdurmaya çalışsa da bu bir işe yaramadı.[1][4]
Buna karşın Kuzeyde 2. Ordu başarılı bir harekât yapıyordu. Bulgar 5. Tümeninin bütün saldırıları geri püskürtülüp tümene ağır kayıplarda verdirilip Pınarhisar'a kadar ilerlemişti. 3. Kolordu Pınarhisar'ı geri almayı başardı. Bulgarlar kısmi saldırılar yaparak kuzey ordusunu engellemeye çalışıyordu. Ancak Mahmud Muhtar Paşa iyice bu saldırılara odaklanmışken,1. ordunun durumu kendisine ulaştı. Durumun felaketini ve Bulgar 4. tümeninin serbest kaldığı ve kendi üzerlerine saldırı tehlikesi olduğunu anlayan Mahmut Muhtar Paşa, Pınarhisar sonrasındaki saldırıları durdurup 4. tümenin saldırısına karşı Çongra'da savunma hattı kurmak üzere süvari alaylarını buraya gönderdi, bağımsız süvari alayını Pınarhisar'dan acil Cevizköy'e yöneltti. Osmanlı 2. Ordusu saldırıdan savunma durumuna geçmek zorunda kaldı.[1]
Bu arada Bulgar 3. tümeni de Bulgar Ordusuna yardım için bir kısım taburlarını Lüleburgaz'a doğru yöneltmiştir.
1 Kasım
31 Ekim'i 1 Kasım'a bağlayan gece Nazım Paşa ve Abdullah Paşa 1. Ordunun kalan birliklerini toplamaya uğraşsa da paniğin ve firarların kaçan askerlerin durumu kötüydü. Sadece 30 veya 35.000 kişilik bir askeri kalmıştı. Bununla birlikte Dimitriev kazanımlarını korumayı; bu amaçla diğer tümenlerin ilerledikleri mevziileri korumasını, yine takviye olarak gelen bulgar 3. tümenine bağlı bir kısım taburların Bulgar 4. tümenine yardım etmesini; 4. ve 5. tümenin 2. ordu üzerine saldırıya geçmesini tercih etmekle 1. orduyu ve Osmanlı ordusunu büyük bir felaketten kurtardı. 1. ordunun kolorduları artık durdurulamayacak şekilde geri çekiliyordu. Öyle ki Bulgar 6. tümeninin sabırsız komutanı mevzisinde durma yerine Tatarlar köyüne girmeyi tercih ettiğinde Türk 1. kolordusu bu mevziilerini terk etmişti.
Kuzeyde geri çekilen, darmadağın olan Osmanlı 1. ordusunun durumundan güç alınarak Bulgar 5. Tümenine, Osmanlı 3. kolordu ve 17. redif kolordusu için gece karşı saldırı ve Osmanlı hatlarının kırılması emri verilmişti. Bu tümenin gece karşı saldırısı Osmanlılarca geri püskürtüldü ve Bulgar tümeni ağır zayiata uğratıldığı gibi bu tümen subaylarının %75'ini cephede kaybetti. Sabahta Bulgar 4. Tümenine Çongara'daki 2. ve 18. Osmanlı Kolordularına saldırı emri verildi bu karşı saldırıda Osmanlılarca püskürtüldü. Osmanlı 2.Ordusu başarılı bir şekilde bozulmadan hatlarını korudu. Bunun ardından Mahmud Muhtar Paşa Samsun Redif tümeniyle Bulgarlara karşı saldırıya geçti. Gece boyunca çarpışmalar sürdü fakat saat 17.00 sıralarında Osmanlı 2. Ordusu topçularının cephaneleri artık kalmamıştı. Yeni cephane talep ediyorlardı. Mahmud Muhtar Paşa, Nazım Paşa'ya telgraf göndererek bulgar saldırılarının püskürtüldüğü ve hatların korunduğunu bildirdi. Ancak Osmanlı 1. Ordusu artık neredeyse savaş dışı kalmıştı. Serbest kalan, saldırısı püskürtülen Bulgar 4. tümeninin tekrar saldırısı yanında diğer Bulgar tümenlerinin kuzeye yönelip bu orduyu kuşatma tehlikesi bulunmaktaydı. Bulgarlarda bu 2.ordunun çekilmek zorunda kalacağını hesaplamışlardı. Mahmud Muhtar Paşa'nın harekâta devam yönündeki ısrarına karşın Nazım Paşa tarafından geri çekilme emri verildi. Bununla birlikte Osmanlı 2.ordusunun 1 kasım'da mevziilerini koruması ve direnmesi, Bulgarların dikkatini buraya sevk ederek 1. ordunun daha da kötü bir akıbete uğramasını engelledi.[7]
2-3 Kasım
Mahmud Muhtar Paşa alınan emir doğrultusunda son kalan mermileri de harcayarak topçuların koruması altında düzenli bir şekilde kuvvetlerini geriye çekmeye başladı. Bu geriye çekilme sırasında Osmanlı 2. Ordusu fazla bir kayba uğramadı ve çekilme son derece düzenli yapılmaya çalışıldı, buna rağmen asker kimi yerlerde paniğe düştü ve firarlar engellenemedi, dahası askerlerle birlik halkta yerini yurdunu terk edip İstanbul'a göç ediyordu, bu nedenle de kargaşa oldu.[E] Ancak Bulgarlar, taktiksel zorluklar yaşadıklarından biraz da sis ve yağmuru başarılı bir şekilde kullanan bu 2. ordunun çekilmesinin önünü kesemediler, çevirme harekâtı yapamadılar. 2 kasımı 3 kasıma bağlayan geceye kadar süren kademeli geri çekilme ile 2. Ordu bütün kuvvetlerini Vize'nin doğusuna çekmeyi başardı.
3 Kasım akşamı Osmanlı tarafından ricatı anlatan bir tebliğ yayınlandı:
Savaşın kaderi, daima her noktada birden başarı getiremez. Bir savaşı kabullenen bir millet, onun bütün neticelerini kabullenmeyi de bilmelidir. Öyle ki, başarı haberleri karşısında aşırı sevinç göstermemeli ve hezimetlerden de heyecana ve kötümserliğe kapılmamalıdır. Mesela, dört devlete karşı girişilen bu savaşta, Osmanlı ordusu İşkodra ve Yanya tarafında muzafferane bir mukavemet gösterdi fakat Vize ve Lüleburgaz bölgesinde bulunan doğu ordusu, müdafaa hattını Çatalca’ya nakletmeyi uygun gördü. Tabiidir ki, vatanın çıkarlarını savunmak ve onu kurtarmak için mümkün olan bütün imkânlarla gayret etmeye kararlıyız.[2]
Osmanlı ordusu kesin bir yenilgiye uğramıştı. Kayıpları 22.000 ölü ve yaralıyı bulmuştu ve en çok 1. Doğu Ordusu'nda yaşanmıştı. Buna ilaveten 45 topu cephede bıraktılar, 2.000 den fazla askerler Bulgarlara esir düştü.[1]
Bulgar Ordusu'nunda kaybı ağırdı. 2.534'ü ölü olmak üzere 20.162 zayiat verilmişti ve kayıplar çoğunlukla Osmanlı 2. Ordusu'na karşı yapılan muharebede Bulgar 3. Ordusu tarafından verildi.[1]
Muharebede Tarafların Hataları
Muharebede 2 tarafından kayıpları ağır olmakla birlikte Osmanlı 2. Ordusunun özellikle Mahmud Muhtar Paşa ve 3. kolordusunun başarılı ve yüksek bir performans göstermesine ve bu muharebe bütün savaş boyunca Osmanlı ordusunun karşısındaki ordudan fazla askere sahip olduğu ender muharebelerden biri olmasına karşın; Osmanlılar muharebeyi kaybetmişlerdir. Osmanlıların muharebeyi kaybetme nedenleri şunlar olarak kabul edilmektedir.
Öncelikle Osmanlı Ordusunun iletişim hatları ve lojistiği çok kötü durumdaydı. Birde bunun üstüne Kırklareli Muharebesi'nin hemen ardından düzenleme yapılması ve savunma için bir karar verilmesi gerekirken süresi içinde gerekli kararın verilememesi ve ordunun hemen Bulgar saldırılarından hemen önce kısa zamanda yapılandırmaya sokulmaya çalışılması Bulgar ordusunun işini kolaylaştırmıştır. Zira 2 ordunun saldırıları da Bulgar 1. ve 3.ordunun aksine koordineli değildir, birbirlerinin eylemlerinden geç haberdar olmuşlardır. Öyle ki 1. Ordu komutanı Abdullah Paşa belki de süresi içinde Osmanlı 2. ordusunun harekâtının başarılı olduğunu öğrenebilse belki de geri çekilme emri vermeyecek bir süre daha dayanıp muharebenin farklı yönde seyretmesini sağlayabilecekti. Bununla birlikte bu muharebenin kaybedilme nedenleri içinde bu tek neden değildir.[8]
Yeni kurulan 2. ordunun tümenlerinin geride olduğu gözetilerek, bu tümenler yetişene kadar, bir savunma ve saldırı stratejisi kurulması gerekirken bunun yapılmaması da bir hatadır. Buna rağmen Osmanlı 2.ordusu başarılı bir muharebe yapmıştır.
Bir başka Osmanlı ordusu açısından yapılan hata süresi içerisinde yapılamayan yapılandırma dışında orduda emir komuta zincirindeki durumdur. Abdullah Paşa'nın anılarında belirttiği gibi Nazım Paşa, kendisi, Hamdi Paşa 3 komutan ve bu komutanların verdikleri birbirinden ayrı farklı emirler kararsızlık ve tümenlerde kargaşaya neden olmuştur. Bu da bulgarların bu durumdan yararlanmalarını sağlamıştır. Bunun yanında Mahmut Muhtar Paşa gibi bir kısım bilgili subaylara karşın eğitimsiz ve kötü donanımlı askerler yanında eğitimli subayların azlığı ve deneyimli tecrübeli subayların eksikliği ordudaki bir başka sorundur. Öyle ki bazı osmanlı alaylarını bu savaşta sadece 2 subay idare etmek zorunda kalmıştır.[9] Bu subay azlığı ve deneyimsizlik Osmanlı ordusu için büyük sorun teşkil etmiştir.
Diğer taraftan özellikle 1. ordunun tümenleri Kırkkilise muharebesinde toplarını, cephanelerinin bir kısmını kaybetmiş tümenlerden oluşmaktadır ve askerleri moralsizdir, aradan geçen kısa zamanda bu ordulara gerekli cephane top vs takviyesi tam olarak yapılamamıştır. Kayıpları tam giderilememiştir. Bu da bu tümenlerin taarruzda zorlanmalarına ve cephanesiz kalmalarına, ağır kayıplara uğramalarına, topçu desteği olmadan muharebeye girmelerine neden olmuştur.
Yine Osmanlı ordusunun Pınarhisar taarruzu alelacele planlanmış ve kısa zamanda tümenlerin hazır edilmek zorunda olduğu bir saldırı olup bu da sorunlara neden olmuştur. Çoğunlukla redif askerlerinden oluşan deneyimsiz bir kuvvetle bu saldırılar yapılmıştır. Doğru bir şekilde savunma muharebesi yapılmış olsa belki bu muharebe Osmanlılarca kazanılabilirdi. Buna rağmen Erickson'un dediği gibi Mahmud Muhtar Paşa'nın güçlü bir liderlik yeteneği ile bu kuvvetleri fiilen yönetmesi ve defa kere bu ordu tümenlerini dağılma aşamasından alıp, kurtarıp başarılı bir taarruz yapması takdire şayandır. Bu da Türk ordusunun güçlü bir lider ve yönetimle hareket halinde başarı kazanabileceği ve yine iyi bir yönetimle redif askerlerinin en azından mevziilerini koruyabileceğinin göstergesidir ki, 1 kasımda 1. ordunun çökmesi sonucu 2 taraflı saldırıya maruz kalan 2. ordu buna rağmen başarılı şekilde bu taarruzları o gün durdurup mevziilerini koruması ve 1. ordunun aksine düzenli bir şekilde çekilmesi de bunun göstergesidir. Bütün muharebe boyunca 2.ordu fiilen Mahmud Muhtar Paşa tarafından başarılı bir şekilde yönetilmiştir. Ancak 1. ordunun ne yazık ki kötü durumu bu muharebenin kaybedilmesine neden olmuştur.
Ayrıca özellikle Osmanlı ordusunda askerler bu muharebede aç, sefil bir şekilde savaşmıştır. Komutanlar bile aç durumdadır, orduda tam bir moral bozukluğu hakimdir,[A][B][C]Osmanlı lojistiğinin kötü durumu ve moralsizlik askerler arasında paniğin, karışıklığın önlenememesinin neticesi özellikle 30 ekim ve 31 ekim tarihlerinde Osmanlı ordusunda yıkıma neden olmuştur. Geri çekilme esnasında kaçan askerler yanında, planlı geri çekilme bir de Bulgar saldırılarına denk gelince kısa zamanda bir ordunun çöküşüne neden olmuştur.[D]
Bulgar ordusu ise muharebeye moralli girmiştir. 1. ve 3. ordu koordineli bir şekilde hareket etmiş,saldırılarını gerçekleştirmiştir, bu Osmanlılara karşı başarının önünü açmıştır. Yine Bulgar ordusu muharebe boyunca pek çok bölgede inisiyatifi elinde tutmuştur.
Ancak Bulgar ordusunun harekât planlamasında, bu muharebe de hataları vardır. Özellikle saldırı planı basit bir şekilde hazırlanmasına karşın bilindik ve Osmanlılarca tahmin edilebilir bir tarzda yapılmıştır. Özellikle Osmanlı 1. ordusunun biraz daha Bulgar saldırılarına direnmesi veya savunmayı tertip için birkaç gün daha vakti olması veya Bulgar ordusunun 1-2 gün daha bekleyip geç saldırıya geçmesi halinde belki de bu muharebede her şey Bulgar ordusunun aleyhine dönebilirdi.Öyle ki 29-30 ekim tarihlerinde Bulgar Ordusu generalleri Osmanlı direnişi karşısında bir ara ümitsizliğe düşmüş ve hatta saldırıları kesip takviye kuvvetlerinin gelmesini beklemeyi tartışır hale gelmiştir. İstenilen yarma harekâtı bir türlü tam yapılamamıştır. Bu da Bulgar Ordusunun taktiksel yönden hatalarını ortaya koymaktadır.[D]
Bulgar Ordusunun diğer bir hatası da 31 ekimde çöken 1. orduyu takibe girişmeyerek mevzi korumayı tercih etmesidir. Bu ihtiyatlı davranış, belli yönden haklı gerekçelere dayansa da, Osmanlı 1. ve 2. Ordusunu imhadan kurtarmıştır. Kırkkilise Muharebesinde de aynı hata yapılmıştır. Oysaki bulgar ordusu geri çekilen kaçan Osmanlı kuvvetlerini takibe girişse Osmanlı ordusu daha da ağır kayıp verebileceği gibi belki de Çatalca Muharebesinde Bulgar Ordusuna karşı koyacak bir kuvvette kalmayacak, belki de Bulgar Ordusu İstanbul'a zorlanmadan girip tarihin akışını değiştirebilecekti. Bu da Bulgar ordusunun bir başka hatasıdır.[1][4]
Sonuçları
Bu muharebe sonrası 2 Kasımda durdurulamayan kaçan firar eden osmanlı askerleri ve ordu yüzünden Nazım Paşa Çatalca'ya kadar Osmanlı kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı. Bulgar ilerleyişini yavaşlatmak için geride cephede 1 süvari alayı ve 1 ufak birlik bırakıldı. Osmanlı ordusu ilerleyen Bulgar Ordusu ile Birinci Çatalca Muharebesi'ni yaptı ancak Bulgar Ordusu burada durdurulabildi. Ama ele geçirdiği topraklardan atılamadı. Doğu Trakya'nın çoğu ve savaşın ileri aşamalarında İstanbul hariç tamamı Bulgar ordusunun eline geçti. Osmanlı ordusu Rumeli'ye asker gönderemez hale geldi. Sonuçta batı trakya, Makedonya ve Arnavutluk'un elden çıkması kaçınılmaz hale geldi. Osmanlı hükûmeti bir süre sonra ateşkes istedi, görüşmelerden bir sonuç elde edilemedi. Edirne uzun bir kuşatma ile 1913 Mart'ında Bulgar Ordusunun eline geçti. Doğu Trakya'dan Lüleburgaz Muharebesi neticesi kaçan halk İstanbul'a yığıldı. Sağlıksız koşullar nedeniyle salgın hastalık orduda ve halkta baş gösterdi. Osmanlı hükûmeti defa kere değişti. İhtiyat ve Terakki partisinin bütün imparatorluk yönetimini eline almasını sağlayacak Babali Darbesinin önü açıldı. Sonuçta çarpışmalar bir süre daha devam etti ve Haziran 1913'te Londra antlaşmasını Osmanlı İmparatorluğu imzalayarak Lüleburgaz, Kırkilise, Edirne'yi Bulgaristan Krallığı'na bıraktı. Bu yerler ancak 2. Balkan Savaşı sırasında geri alınabildi.
Notlar
A. ^Abdullah paşa 28 ekim günü öğrendiği bu harekat planı karşısında ümitsizdir. 28 Ekimi-29Ekime bağlayan gece 3.kolordu komutanı olduğu gibi kabinede bahriye nazırıda olan Mahmud Muhtar Paşa'ya şöyle bir telgraf çeker.Kırkkilise Muharebesine de atıf yaparak "Oradaki askerin halini gördünüz,buradakiler de aynı haldedir.Bu askerle harbe devam ve vatanı müdafaa eylemek mümkün değildir daha fena bir hale gelmemek için meselenin tariki diplomasi ile halli için sizinde mensup olduğunuz meclisi vükela nezdinde teşebbüssatı lazimede bulunmanızı rica ederim." Mahmud Muhtar Paşa'da bu muharebeyi kazanmak istese de ümitsizdir ve Abdullah Paşa'nın görüşüne katılmaktadır. Abdullah Paşa'nın telgrafını sadrazamlık makamına aynen şu notla gönderir. " Abdullah Paşa'nın deminki telgrafı tamamıyla doğrudur, dün vaktim olsaydı askerimizin herhalde Çatalca hattına çekilme lüzumunu size ispat ederdim.Gerçi yeniden çalışmaya başladık fakat istibalden ümitli değilim."[7] Bu belgeler dahi Osmanlı ordusu ve komutanlarının nasıl bir ruh hali içinde muharebeye katıldıklarının göstergesidir.
B. ^Muharebe esnasında 1. Kolordu Komutanı Yaver Paşa ile emrindeki 2. Tümen Komutanı Osman Paşa arasında geçen aşağıdaki telgraf görüşmesi buna örnek gösterilebilir.:
-Osman Paşa - Ben ve Prens Aziz Paşa ve astımız subaylar peksimet bile bulamadık. Erlerin haline Tanrı acısın.
-Yaver Paşa - Paşa biraderler, gerek ben ve gerekse beraberimde bulunanlar bu gün bir şey yemediğimiz gibi, Lüleburgaz'da bir dilim ekmek bulamadık. Erler burada da böyledir. İnşallah iyi olur.
-Osman Paşa - İnşallah!"[4]
C. ^Fransız "Matin" gazetesi muhabiri Sephane Lausanne, "Hastanın Baş Ucunda" adlı eserinde, o günler için şöyle yazar:
"Lüleburgaz Savaşı dört günden beri devam ediyordu. Çarpışmaların devam ettiği bu dört gün zarfında Türk Ordusu Komutanı Abdullah Paşa, karargahı olan Sakız Köyü'nde küçük bir evde kapanmış kalmıştı..." “..Abdullah Paşa’nın zabitleri mısır köklerini tırnaklarıyla kazıyarak, biraz unla kaynatıp kumandanlarına veriyorlardı...” diye yazar. ”..175.000 kişilik bir kuvvet kumandanının yiyecek ekmeği yoktu….Bu bir hastalar yaralılar kafilesi değildi….can çekişenler kortejinin arkasında, çamur deryası boyunca bağırsaklarını toprağa boşaltan iki büklüm gölgeler seçiliyordu...”[10][11]
Yazar, ayrıca Abdullah Paşa'nın açlık çektiğini, Smit Bartlet adındaki bir savaş muhabirinin konservelerinin imdada yetiştiğini şu sözlerle de anlatır: Kaldı ki, Osmanlı Ordusu Komutanı, yiyecek bulamadığı gibi, ordusundan haber de alamıyordu. Denebilir ki, savaşın devam ettiği dört gün zarfında ne olup bittiğinden hiç haberi olmadı. Ordusunun sağ kanadı nerede, bunu ancak şöyle böyle biliyordu. Ama o feci mücadelenin hiçbir safhasını gereğince öğrenememişti. Hiçbir zaman bir emir vererek savaşa etkili olmadı. Komutana haber getirmek için ateş hattına gönderilen birkaç süvari ya bir şey görememiş, öğrenememiş, yahut dönmemişlerdi. Savaş cephesi 50 kilometrelik bir genişlik tutuyordu. Bu savaş hattı ile bağlantı için Abdullah Paşa'nın elinde ne telefon, ne telgraf, ne telsiz vardı. Ne otomobil, ne uçağa sahipti. Yazar bundan sonra Şevket Paşa komutasındaki 2. Kolordu'nun 24 saattir bir şey yiyemediğini belirttikten sonra şöyle devam eder: 31 Ekim akşamına doğru Osmanlı Ordusu, adeta bir sel gibi geriye akıyordu. Ortada ordu namına, ovalardan, sahralardan Çatalca'ya doğru akıp giden kaçaklardan başka bir şey kalmamıştı. Topçular toplarını, cephane sandıklarını bırakıyorlardı. Piyadeler tüfeklerini atıyorlardı.[4]
D. ^Kurmay Yüzbaşı Nihat Bey, "Balkan Harbi'nde Çatalca Muharebeleri" adlı eserinde, 30-31 Ekim gecesindeki Osmanlı Ordusunun durumu için şunları yazmaktadır: "Doğu Ordusu, gerçekte ve daha 30 Ekim saat 10.30'da bir avuç aç, cephanesiz, perişan bir topluluktan ibaretti. Pınarhisar-Vize dolaylarındaki ordu denen acayip kalabalık ise, durdurulması imkansız bir surette çözülmüştü. Bu vaziyeti düzeltecek, lehe değiştirecek bir şekilde ağırlığını koyabilecek bir yedek kuvvet de ortada yoktu. Lüleburgaz istasyonunda düşmana çok miktarda erzak ve cephane terkedilmişken, ordunun felaketine erzaksızlık ve cephanesizlik özellikle etkili oldu. Başlayan yağmurlar ise felaketi tamamladı. Ordu bir sürü haline geldi. Çok miktarda malzeme, top ve gereç araziye serpilip kaldı. Doğu Ordusu, ciddi hiçbir düşman baskınına uğramadan keşifsizlik, bilgisizlik yüzünden, hiç bitmeyen 'geliyor, gidiyor' havadisleri arasında bocaladı ve nihayet büsbütün dağıldı. Devamla Bulgar ordusunun yaptığı taktiksel hatalarla ilgili şunları söylemektedir: "Bulgarlara gelince, muharebe baştan sona kadar onlar tarafından da başarı ile idare edilememiş ve duruma hakim olunamayarak rastgele bir çatışma sürdürülmüştü."[4]
E. ^O sırada Osmanlı ordusunu eğitmeye çalışan alman subaylarda gözlemci olarak Osmanlı ordusu kurmaya heyeti ile birlikteydiler.Mahmut Muhtar Paşa'nın karargahında görevli Alman Binbaşı Hochwaechter, Vize'den Pınarhisar'a, yani cepheye doğru yoldadır. Binbaşı, görevle gittiği İstanbul'dan dönmektedir.Anılarında o bozgun sahnesini şöyle anlatır:
"Kerpiç bir kulübede durdum. Kulübenin içi asker ve yaralı dolu; korkunç bir manzara, zavallılar günlerdir bir şey yemediklerini söylüyorlar. Saray'dan almış olduğum koca bir ekmeğin yarısını onlara verdim. Fakat bu kadar kişiye ne desin? Bütün kötülük, burada cephe gerisinde bir kez daha açıkça görülüyordu. Yola devam etmek zorundayız. Sağanak halindeki yağmurda gittikçe daha yavaş ilerliyoruz. Tam beş saattir yoldayız, ama hala Vize ve kalesi gerimizde görünüyor. Birdenbire karşımıza bağıran çağıran bir kalabalık çıktı; sonra arabalar, süvariler, cephane kolları ve birçok doktoru olan bir sıhhiye bölüğü göründü. Hepsi müthiş bir telaş içinde. Bunu, koşuşan tek-tük askerler ve sonra etrafına korku ile bakan küçük birlikler izledi. Yaklaşık bin metre ileride bize doğru gelen çok geniş karaltılar görüyoruz. Öküzleri süren arabacı daha ileri gitmek istemiyor. Geride kalmış ve ileri yanaştırılması Muhtar Paşa tarafından telefonla rica edilmiş olan bir cephane kolunu alıp getirmesi için gece bir jandarma erini, atımı vererek Çerkezköy yönüne göndermiş olduğum için atsızdım, arabanın üzerinde oturuyordum. Durum açıktı, olağanüstü bir şeyler oluyordu. Fakat ne olduğunu sorduğumuzda herkes bağrışıyor, sesler birbirine karışıyordu. Askerlerimizin hepsi kaçtı, arabacı geri döndü. Bu en doğru hareketti, çünkü bu çamurlu yollarda geri kaçan yığınların içine giremezdik. Böylece yaklaşık bir saat onlarla beraber sürüklendik, binlercesi bizi geçti. Bir arabacının kaçıp kurtulmak için nasıl mücadele ettiğini ilk kez görüyorum. Benim süvari yüzbaşısı bunu görmüyor, sesimi ona duyuramıyorum, gürültüden işitilmiyor. Nihayet arabacım da kaçtı. Askerler hafiflemek için tüfeklerini arabama koyuyorlar, hiç olmazsa yere atmak istemiyorlardı. Öküzler çamurda arabayı kendi kendilerine çekiyorlar. Bir ırmağa geliyoruz. Kalabalık, derin suyun üzerindeki tek tahta köprünün önünde birikiyor, herkes diğerini sağa sola iterek önüne geçmek istiyor, korkunç bir kargaşa meydana geliyor. Benim öküzler doğrudan doğruya ırmağa gitti, onlara yön veremedim. Arabadan atladım, fakat bu sırada araba da devrildi, diğerleri de durdu. Süvari yüzbaşısı kendini emniyete almak için kaçıyor. Yanımda kalması için ona bağırıyorum, ama o 'kalsam ne olacak' diye cevap veriyor. Şimdi ben, kaçan hayvanlaşmış insanların arasında, çamurun ortasında terkedilmiş durumdayım. Subaylara ve erlere, paşalarının eşyalarını almaları için yalvarıyorum, kimse beni dinlemiyor. Bir askerin kaçmak için bir saka (su) arabasından küçük, değersiz, cılız bir hayvanı çözüp aldığını gördüm. Hemen aklıma bir fikir geldi: Erden atı istedim. Ben dizginlere yapışınca göğsümden itti. Ona, eşyaları götürmek için yardıma muhtaç olduğumu anlattım. Ama hayatı söz konusu olduğundan bunu anlayamazdı. Bir mecidiye, iki Türk lirası verdim, o zaman hayvanı verdi. O kadar ıslak ve üşümüştüm ki, zorlukla binebildim. Kendisi binmek için bir er, birdenbire beni attan çekip indirmeğe kalkıştığında herhalde yarım saatlik bir yol almış bulunuyordum. Bu arada kılıcımı da çekip aldı. Yazık ki, tabancam da daha önce kaybolmuştu. Bir saatte Saray'a geldim. Oradaki jandarmadan yardım göreceğimi ummuştum. Herkes kaçmış, artık hiçbir şey yapamazdım. Yığın halinde firar devam ediyordu. Her şeyin kaybedilmiş olduğunu görüyorum. 1. Kolordunun bir kısmı da buradan geçiyor. Akşam oldu, kendi kendimi düşünmek zorundaydım. Eyersiz atla yola devam edip Çerkezköy şosesine geldim. Harp korkusunu yakından öğreniyorum. Sanki takla atmak istiyormuş gibi bir er önümde yere yıkıldı, sağa sola biraz yuvarlandı. Meğer ölü imiş, gereksiz ağırlık teşkil ettikleri ve canlıların kaçıp kurtulmasını engelledikleri için ölüler arabadan atılıyordu. Kabarmış derenin soğuk, sarı suyuna göbeğe kadar girmek gerekiyordu. Bağıra çağıra kaçan yerli halk, kilometrelerce uzayan konvoylar teşkil ediyordu. Saatler geçti, gece oldu ve yağmur hala kırbaç gibi yağıyor."[12]
Kaynakça
^abcdefghijklmn, Edward J. (2003). Defeat in Detail: The Ottoman Army in the Balkans, 1912–1913, Greenwood Publishing Group, s.99-122 ISBN 0-275-97888-5