Zincirli HöyükGaziantep il merkezinin batısında, İslahiye ilçesinin 10 km. kuzeyinde[1] yer alan bir höyüktür. Amanos Dağları'ndan doğu - batı yönünde geçit veren Beyhan Geçidi'ndeki ovada, küçük bir bataklığın batı kenarındadır. Geç Hitit Dönemi buluntuları ile tanınmıştır. Antik adı Aramice'de Sam'al olup Geç Hitit Dönemi'nin en önde gelen metropollerinden biri ve bir kraliyet merkezi olarak bilinmektedir.[2] Günümüzden 3 bin yıl önce 40 hektarlık bir alana yayılmış bir kentti.[3] Zincirli Höyük kazılarında ele geçen Asur Kralı Esarhaddon'a ait bir kitabe (MÖ 670), kentin Sam'al olduğunu doğrulamaktadır.[4]Hitit İmparatorluğu'nun MÖ 1.200'lerden sonra çöküşü ardından Güneydoğu Anadolu Bölgesi - Kuzey Suriye genel yayılımında, tarihçilerin Geç Hitit Devletleri, Kuzey Suriye Krallıkları ya da Suriye - Hitit Devletleri olarak adlandırdıkları devletler kurulmuştu. Bu devletlerin başkentlerinde, kentin merkezini oluşturan yönetsel ve dinsel yapılar bir yükseltide kurulmuş, ayrıca tahkim edilmiş bir kale içinde yer alınmıştır. Kentler, çift sur ile çevrilidir. Zincirli kenti de bu başkentlere bir örnek oluşturmaktadır.[5][6]
Tarih
Akdeniz'e pek uzak olmayan, ormanlık dağlarla çevrili verimli bir ovada yer alan kent,[3] MÖ 2. binyıl başlarında, başkenti Halab olan[7] (günümüzde Halep) AmoriYamhad Krallığı içinde yer almaktaydı. Aynı binyıl içinde Hitit İmparatorluğu topraklarına dahil olmuştur. Hitit İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Geç Hitit Devletleri'nden Sam'al Krallığı'na başkentlik etti.[8] Kent, MÖ 920 yılında Aramiler'in egemenliğine girmiştir. Arami yönetiminin halkın tanrılarına karşı saygılı olduğu, Kral Panamuwa tarafından yazdırılan bir kitabeden anlaşılmaktadır. Kral Kilamuwa hüküdarlık yılları olan MÖ 832 - 810 yılları Sam'al'ın en parlak dönemi olmuştur. III. Tiglat Pileser'in bölgeye yaptığı MÖ 743 yılındaki akın sonucunda Sam'al Krallığı Asur İmparatorluğu'nun bağlı bir devleti olmuştur. Bu dönemde kral II. Panamuwa’dır. Ardından Bar-Raqab'ın hükümdarlık yılları gelmiştir. Bıraktığı bir kitabede "Ben Sam’al Kralı Panamuwa’nın oğlu Bar-Raqab dünyanın dört köşesinin kralı Tiglat Pileser’in kölesiyim." demektedir. Bu bağlılık II. Sargon'un hükümdarlık yılları içinde, MÖ 725 yılına kadar devam etmiş, bu tarihten itibaren fiilen Asur topraklarına katılmıştır.[9] Kazılar, Bar-Raqab'ın sarayının yangın geçirdiğini göstermektedir.[10]
Kazılar
Höyükteki ilk incelemeler 1883 yılında Kommagene Bölgesi'ndeki çalışmaları sırasında Osman Hamdi Bey tarafından yapılmıştır. Kısa süre sonra 1888 ile 1902 yıllarında önce Karl Humann ve Robert Koldewey daha sonra da Felix von Luschan başkanlığında kazılar yapılmıştır.Kazılar sonucunda bulunan birçok yontu dev kaya bloklarından kesilerek ayrılmış ve Osman Hamdi Beyin de bilgisi dahilinde Karl Humann tarafından Berlin'e götürülmüştür.[2]
Neubauer Projesi
En geniş kapsamlı ve planlı kazı çalışmaları, Chicago Üniversitesi bünyesindeki Oriental Institute tarafından Neubauer Projesi olarak 2006 yılında başlatılmıştır ve uzun süreli bir proje olarak düşünülmektedir. Yrd. Prof. David Schloen başkanlığındaki[11] projeyle, Doğu Akdeniz'in Demir Çağı toplumlarının kültürel, ekonomik, politik ve toplumsal yapıları hakkında yeni bilgilere ulaşılması öngörülmektedir. Neubauer Ailesi Vakfı'nın yanı sıra National Endowment for the Humanities tarafından üç yıllık bir finansal destek sağlayan proje, Argonne Ulusal Laboratuvarı - Şikago Üniversitesi Ortak Teori Enstitüsü’nden Demir Çağı Sam'al nüfus dinamikleri, kaynak kullanımı ve inşa faaliyetleri alanında oluşturulacak bir bilgisayar simülasyonu projesi için de kaynak almaktadır.[3] Neubauer Projesi'nin özellikle üzerinde durduğu üç çalışma alanı, yerleşim kronolojisi ve bağlamı, toplum yapısı ve kültürel etkiler ile Demir Çağı'nda aşağı şehrin sosyo-ekonomik organizasyonudur. Tüm proje amaçları için, jeomanyetik yüzey araştırmaları da dahil olmak üzere çeşitli teknolojiler kullanılmaktadır.[12]
Tabakalanma
Höyükte, Erken tunç çağı'ndan Roma Dönemi'ne kadar yayılan bir yerleşmeler silsilesi görülmektedir.[2]
Buluntular
Yerleşmenin 720 metre çapında çift surla çevrili olduğu anlaşılmaktadır.[2] Kentin ilk kez surla çevrilmesi MÖ 1.300'de olmuştur.[1] Höyük kentin ortasında yer almakta olup burada ikinci surla çevrili bir kale bulunmaktadır. Kalenin, ilk surdan sonra yapıldığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda kale içinde bir saray inşa edilmiştir. Daha sonra MÖ 10. - 9. yüzyıllarda iki saray daha yapılmıştır. Kent dışındaki sur ise MÖ 7. yüzyılda ikinci bir surla çevrilmiştir.[1] Bu şekildeki çift bedenli dairesel sur Kadeş kentinde de bulunmaktadır. Dış surdaki üç kapı, kuzeydoğu, güney ve batı yönlere bakmaktadır ve dışarıdan gelen yolları kent merkezine bağlar. Bu yollar, bölgenin ana ticaret hatlarını oluşturmaktadır. Bununla birlikte kalenin tek kapısı vardır ve dış surların güney kapısı yönündedir. Kazı çalışmalarında ağırlık bu kaleye verilmiştir.[2]
Aynı zamanda kraliyet sarayını da içine alan kalenin güney kesiminde, kaleyi bir bakıma bölen bir iç sur ve bu surda bir iç kapı mevcuttur. Kaledeki saray yapıları hilani tipinde yapıların kullanıldığı bir mimari özellik göstermektedir.[2] Hilani tip yapılarda, "merdivenle ulaşılan bir ya da üç sütunlu girişten sonra, ocaklı büyük kabul salonuna varılır. Salonun arkasında kanalizasyon sistemi olan tuvalet, banyo, özel odalar ve depolar yer alır".[5] Sütunlarda, Fenike etkisinde bitki bezemeli sütun altları görülmektedir. Arami Dönemi'ne özgü bu sütun altları MÖ 730 - 700 yıllarına tarihlenmektedir.[2]
Kale içerisinde avluların etrafında yer alan bir dizi anıtsal yapı bulunmaktadır. Kentin güney kapısında ve iç kalenin dış kapısında olduğu gibi bazı hilanilerin girişlerinde ortostatlar yer almaktadır. Saray yapılarında MÖ 9. yüzyıl ortalarından itibaren Asur etkisinde Geç Hitit tarzı boy göstermeye başlamıştır. Bir Sam'al Kralı olan Barrakab'ın heykelinde, ziyafet sahnesinde kraliçe ve hizmetkarları betimleyen kabartmalı mezar stelinde, bir hilani girişindeki kapı aslanı, Arami etkilerini ortaya çıkaran yapıtlardır.[2]
Son dönem kazı çalışmaları olan Neubauer Projesi çerçevesinde yürütülen kazılarda çok önemli buluntulara ulaşılmıştır. Bunlardan biri 2008 yılında ele geçen bir steldir. Kendini, Kral Panamuwa'nın hizmetkarı olarak tanımlayan Katumuwa’nın steli dönemin inanç ve gelenekleri hakkında önemli bilgiler vermektedir. Bu önemli buluş New York Times'ta yayımlandığı gibi Archaeology Dergisi'nde "2008 yılının en önemli 10 arkeolojik buluşu" olarak verilmiştir.[3] MÖ 8. yüzyıla tarihlenen stel 91 x 61 cm. boyutlarında olup 363 kg. ağırlıktadır. Kazılara katılan arkeologlar tarafından "türünün ilk örneği" olarak tanımlanan stel, Zincirli'de ele geçen diğer stellerden farklı olarak, hem metnin hem de betimlemelerin aynı taş üzerinde yazıldığı bir örnektir. Metinde, ölen kişinin ruhunun ölümden sonra stelde yaşamaya devam edeceği yönünde bir inançtan söz edilmektedir.[11]
Değerlendirme
Zincirli'de çok sayıda yazıt bulunmuş olmasına karşın bunların hiçbiri Luvi dili'nde değildir. Kral Kilamuva'ya ait olan bir yazıt her ne kadar Fenike dili'nde yazılmışsa da resmi dilin Aramice olduğu anlaşılmaktadır. Bu yazıt, Anadolu'da bilinen en eski Fenike dilinde yazıttır. Burada ilginç olan Kral Kilamuva'nın adının Luvi dilinde olmasıdır.[2] Esasen bölge Sami dillerinin en kuzeybatı yayılma bölgesidir. Buna karşın Demir Çağı'nda (MÖ 900 - 700) hükümdar isimlerinin Luvi dilinde olması, bölgeye belki de yüzyıllar önce Toroslar üzerinden göç etmiş Anadolu kökenli ve Luvice konuşan bir halkın politik ve kültürel baskınlığını göstermektedir. Hitit İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra Karkamış'ı Luvice konuşan bir hanedanın yönetmiş olması bu değerlendirmeyi desteklemektedir.[12]