Sosyalist feminizm, 1960'lı yılların sonu ve 1970'li yılların başında sözü edilmeye başlanan feminizm hareketidir. Barbara Ehrenreich’in 1976 yılında WIN dergisindeki makalesinde söylediği üzere sosyalist feminizm terimi, “olduğu şey olması için çok kısa bir tanımlamadır, bununla birlikte, gerçekten sosyalist, enternasyonalist, ırkçılık ve heteroseksizm karşıtı feminizm”dir.[1] sosyalist feministlere göre aile, üretimin ve dağıtımın yapıldığı yer, yani mücadelenin merkezidir. Sosyalist feminizm, kapitalizmi kadının ezilmişliğinin temel kaynağı olarak kabul eder, tarihsel kapitalizm bağlamı içine konulmadıkça, cinsiyetçiliğin kadın hayatları üzerindeki etkinlik biçiminin anlaşılamayacağını savunur.
Marksizmin katı cinsiyet-körü bakışını reddeden sosyalist feminizm, Marksist feminizm ile cinsiyeti merkeze alan radikal feminizm arasında bir köprü olma özelliği taşır. Marksizm'in temel kavramlarını kadınların durumunun analizine uygulamaya ve bu kavramlara yeni bir içerik kazandırmaya çalışır. Kadınların ezilmesinde sınıfın yanı sıra toplumsal cinsiyete ve cinselliğe de yer veren sosyalist feminizm, çağdaş toplumlarda kapitalizm ve ataerkilliğin karşılıklı olarak birbirlerini destekleyerek kadınların ezilmesini sürdüren bir etkileşim içinde olduklarını savunan daha kapsamlı bir kuram önermiştir. Sosyalist feministlere göre Marksizm tek başına bir ekonomik üretim tarzı kuramı olarak kadınların yalnızca ekonomik sömürüsünü açıklayabilmektedir. Radikal feminizmin ataerkillik kavramı ise kadınlar üzerindeki geniş kapsamlı bir açıklama sağlayabilen bir kuram olarak görüldü. Dolayısıyla bu iki kuramın birleştirilmesiyle
“kapitalist ataerkillik” kavramına ulaşmak ataerkil pratiklerin, toplumsal ilişkilerin ve ideolojilerin, zihniyet yapılarının aile içindeki ve dışındaki ekonomik sömürüyü nasıl yoğunlaştırdığını açıklamak açısından mümkün görünmektedir.[2][3]
Marksist feminizm geleneksel olarak edebî üretimin maddi şartlarına bakarken; sosyalist feministler kadınların hayatlarının ayrıntılarına ve kadınların alternatif değerlerine odaklanırlar. Ancak her iki kuram için de edebiyat ve hayat gibi iki ayrı alandan söz etmek anlamsızdır. Günlük olaydan tarihsel önem çıkarır ve böylece eleştirel düşünceye “yaşanmış deneyim” fikrini eklerler. Teorik eserleri de bulunan Anja Meulenbelt’in neredeyse tüm kurmacaları işte bu yaşanmış deneyim fikrinden çıkmıştır. Utanç Bitti, Gündelik Mutluluğa Alışma, Hayranlık ve Kayıp Zaman adlı romanlarında hep kendi hayatını ve deneyimlerini -lezbiyenliğini, anneliğini, sosyalist feministliğini, erkeklerle ilişkilerini- anlatmıştır. Anja Meulenbelt gerçeği anlatmaya en yakın edebiyat türü olan otobiyografik romanların yazılması gerektiğine inanır ve kadınları bu konuda teşvik eder.[4]
Juliet Mitchell, Eli Zaretsky, MariaRosa Della Costa önde gelen sosyalist feminist kuramcılardandır.
Bazı sosyalist aydınlar, feminizmin bireyci olduğunu ve kimliksel kavramları öne çıkardığı için toplumcu görüş ile ters düştüğünü düşünmektedirler. Bundan dolayı sosyalist feminizm kavramını çelişkili bulmaktadırlar.[5]
[6]
Kaynakça