Bu madde, Vikipedi biçem el kitabına uygun değildir. Maddeyi, Vikipedi standartlarına uygun biçimde düzenleyerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz. Gerekli düzenleme yapılmadan bu şablon kaldırılmamalıdır.(Haziran 2020)
Osmanlı toplumu, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yaşamış halkların bütününü ifade eder. Toplum, Müslüman ve Müslüman olmayan (gayrimüslim) milletlerden oluşuyordu.[1] Gayrimüslimler, "cizye" vergisi ödemek dışında toplumdan bir ayrıma tâbi değildi. Müslüman toplumun yaşantısı şeriat ile şekillenirken, farklı milletlerin din ve örflerine göre mahalli yaşam tarzlarını koruma imkânı da vardı.[2] Toplumu "yönetenler" ve "yönetilenler" olarak, art zamanlı şekilde, iki sınıfa ayırmak mümkündür. Sınıflar arası geçiş yasak değildir, ancak sınırlı tutulmuştur.[3]
"Osmanlılık" kavramı, 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı'ndan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun resmî görüşü olan Osmanlıcılık ideoloji çerçevesinde Türk, Yunan, Ermeni, Bulgar, Macar, Bosnalı, Arap, Kürt gibi etnik grupların üst kimliği olarak kabul edilmiştir ve kapsam konusunda Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapılmamıştır. Ancak bu anlayış hem Müslümanlar hem de gayrimüslimlerce kabul görmemiş ve bu politika başarılı olmamıştır. İdeoloji, bu etnik grupların bir bir isyan edip bağımsızlıklarını kazanmalarıyla geçerliliğini yitirmiştir.
Toplumsal sorunlar
Katip Çelebi'ye göre: "insansız mülk olmaz, ordusuz halk olmaz, parasız ordu olmaz, halk olmadan da para olmaz." Halk ile devletin ilişkisine dair özet bir yorum getirir.[4] Halk vergi ve asker kaynağıdır. Ulema, kan ile özdeşleştirilir. Asker, tüccar, safra; yapısı süfli toprakta olan reaya da sevda derecesindedir.[5] Katip Çelebi ve Naima insanın geçirdiği bedensel aşamaları devletin de geçirdiğini savunmuştur. Gelişme, kemalat ve yaşlılık dönemleri ile devleti betimlemeye çalışmışlardır. Koçi Bey ve Lütfi Paşa kendi döneminde toplumdaki bozuklukları ve askeri yapıdaki aksaklıkları tahlil etmişlerdir. Mustafa Ali toplumun gerilemesini yolsuzluk, sorumsuzluk, adaletsizlik, harem kadınları ile ağaların siyasete etkisi gibi nedenlere bağlamıştır. Fleischer'e göre Osmanlı'da toplumsal sarsıntının bazı simgeleri: I. Süleyman'nin Şehzade Mustafa'yı idam ettirmesi, II. Selim'in mutlak otoriteyi Sokullu Mehmet Paşa'ya bırakması, rüşvete göz yumulması sayılabilir.[6]
Yöneten ve yönetilen ayrımı
Osmanlı'da belirsiz biçimde bir toplumsal sınıflandırma mevcuttur. Katı ve kesin bir sınıflar ayrımı bulunmamakla birlikte zaman içinde değişen ve Meşrutiyet sonrasında yok olan bir ayrımdan söz edilebilir. Sina Akşin'e göre şöyle bir sınıflandırma yapmak mümkündür:[7]
Osmanlı yönetici sınıfı, dört alt başlıkta incelenebilir. Bunlar Saray halkı, Seyfiye, İlmiye ve Kalemiye sınıflarıdır. Yönetenler kuruluş ve yükseliş aşamalarında devleti sırtlamıştır. Lakin klasik dönemden sonra tüm dünya ile paralel olarak içtimai ve teknolojik gelişmelerin yaşandığı, bunun yanında yönetimsel açıdan da birçok yeni kavram ve uygulamanın ortaya çıktığı bir döneme girilmesiyle yavaşta olsa değişmeye başlamıştır. Söz konusu uygulamaların nitelikleri ve oldukça yüksek sayılabilecek gerçekleşme hızları, yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkilerin şeklini ve seviyesini oldukça farklılaştırmıştır.[1] 2.1.1. Saray Halkı Şüphesiz bu zümrenin en üstünde padişah bulunmaktadır. Saray üç ana gruptan oluşur ve bunlar Harem, Birun ve Enderun olarak ayrılır. Bu bölümlerde çalışanlar statü, görev ve hükümdara yakınlık derecelerine göre imtiyaza sahiplerdir. Sıradan halk ile kıyaslanamazlar. 2.1.2. Seyfiye Kılıç ehlidir e Ehl-i seyf ve Ehl-i örf gibi adları da vardır. Aynı zamanda yürütme işini de yaparlar (Beylerbeyi, Sancak Beyi vs.). Kubbealtı vezirleri, Yeniçeri ağası, Kaptan-ı derya gibi eşhas bu zümreden çıkar. Bu sınıfın tabanını Tımarlı sipahiler oluşturur. Seyfiye sınıfı kuruluş ve yükseliş aşamasında devletin en muhkem unsurudur. Sadrazamlar genellikle bu sınıftan çıkmaktadır.[2]2.1.3. İlmiye Bu sınıfa Ehl-i şer denir. Osmanlı Devleti'nde eğitim, yargı, fetva ve diyanet teşkilâtını oluşturan medrese menşeli ulema sınıfıdır. Medrese tahsilinden sonra icazet ile vazife başına geçerler. 17'nci yüzyılın başlarına kadar sağlam bir gelenek üzerine oturmuşlardır. Kendilerine has nizamı, yargı ve eğitim alanında belirlenen dereceleri, yetki ve sorumluluk ile donatılmışlardır.[3] Şeyhülislam, Kadı, Kazasker ve Müderris bu sınıfın önemli simalarındandır. Bugünkü hakimlik, noterlik ve yerel yönetim işleri bu sınıfa aittir.[4] Klasik dönemde siyaset cezasına tabi değillerdi. Bozulmalarla birlikte ilmiye sınıfı devlet işlerine girmiş, yeniçeri ocağı il birlikte devlete nüfuz etmeye çalışmışlardır. 2.1.4. Kalemiye Maliye, bürokrasi/yazışma işlerine bakarlar. Fatih Sultan Mehmed'in Kanunnamesi'nde zikredilmezler. Kalemiye erbabı şeklinde tanınmaları 16'’nci yüzyıldan sonradır.[5] Kalemiye’de eğitim usta-çırak ilişkisi ile hizmet içi eğitim söz konusudur. Defterdar, Nişancı, Defter eminliği ve 18’inci yüzyıldan sonra Reisülküttab olarak görev yapmaktaydılar. 16’nci yüzyıldan sonra gelişmeye başlayan kurum, 18’inci yüzyıla damgasını vurmuştur. Beynelmilel ilişkiler artık kılıçla değil diplomasi ile yürütülmek zorunda kalınmış ve böylece kalemiye sınıfı ön plana çıkmıştır. ----[1] Serdar Vural Uygun, ‘’Osmanlı’dan Günümüze Yöneten-Yönetilen Etkileşimleri Üzerine’’, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 11, S. 26, ss. 297-314, Hatay 2014, s. 298. [2] Halit Çiçek, ‘’Osmanlı İmparatorluğunda Mali Bunalım’’, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 6, ss. 46-80, Konya 2000, s. 47. [3] Mehmet İpşirli, ‘’İlmiye’’, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 22, ss. 141-145, İstanbul 2000, s. 141. [4] Çiçek, a.g.m, s. 47. [5] Mehmet İpşirli, ‘’Kalemiye’’, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 24, ss. 248-249, İstanbul 2001, s. 248.
Yönetilenler (Reaya, Tebaa)
Reaya Osmanlı’da tebaa, halk anlamına gelen bir tabirdir. Sözlükte ‘’sığır, koyun sürüsü’’ anlamına gelen raiyye/raiyyet kelimesinin çoğuludur. Osmanlı’da yönetenler ve ulema dışını kapsayan bir tabirdir. Bu sınıf yukarıda da zikrettiğimiz gibi devlete vergi ve asker vermekle yükümlüdür. Osmanlı’da tarımın devamlılığı reaya zümresine bağlıdır. Devlete isyan etmedikleri sürece kanunlar çerçevesinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.[1] ----[1] Mehmet Öz. ‘’Reaya’’, TDV İslam Ansiklopedisi, C.34, ss. 490-493, İstanbul 2007, s. 490. ----
Yaşam ortamına göre
Köy
Nüfusun çoğunu köylüler oluşturmaktaydı. Çiftçi kendisine verilen toprağı işleyip vergisini Tımarlı Sipahiye veya bir vakfa verirdi. Köylü, toprağı üç yıl üst üste boş bırakıp işlemezse “Çiftbozan” adıyla vergi öderdi. Bundaki amaç üretimi artırmak, toprağın boş kalmasını önlemekti. 16. yüzyılın sonlarında tımar sisteminin bozulması ile “İltizam sistemi” yaygınlaştı. İltizam sistemi sonucunda reayanın durumu kötüleşti. Köyden kente göçler başladı. Bu göçlerle; şehirdeki sorunlar artmaya, köyler boşalmaya ve tarım üretimi azalmaya başladı.
Şehir
Osmanlı şehirleri her türden malın ticaretinin yapıldığı, sanayi işletmeciliğinin var olduğu ve çeşitli sosyal kurumların örgütlendiği; idari, askeri ve dini işlerin görüşüldüğü yerleşim merkezleridir. Osmanlı şehir halkını; Askerler, Tacirler (tüccarlar) ve Esnaflar (Ahiler) oluşturuyordu.
Göçebeler (Konargöçerler)
Yörük olarak da adlandırılan bu insanlar hayvancılıkla geçimlerini sağlıyorlardı. Devletin kendileri için düzenlediği kanunlar çerçevesinde hayatlarını sürdürüyorlardı. Devlet göçebelerden; Adet-i Ağnam, Ağıl resmi, Kışlak ve Yaylak adlı vergileri alırdı. Devlet göçebelerin vergi ve asker toplamada sorun olmaları nedeni ile onları yerleşik hayata geçirmeye çalışmışsa da başarılı olamamıştır.[8]
Osmanlı'da zengin sınıf gerek vakıf anlayışı, gerekse devletin iktidar kaygısı ile fazla büyümemiştir. Ancak devlet görevlilerinin imkânları çoktu ve genellikle zengindiler. Bürokratlar Osmanlı toplumunun en zengin ve kudretli sınıfıdır. Prof. İnalcık'a göre; "1500'lerde bir sancak beyinin yıllık geliri 4 bin 12 bin düka altını arasında değişiyordu. Oysa aynı dönemde Bursa'nın zengin bir tüccarı dört bin altın servete nadiren sahipti".[9] Çok küçük bir bürokratlar sınıfı padişah ailesinden sonra, en zengin kesimi oluşturuyordu. Ardından yabancı tüccarlar ve müslümanlar geliyordu. Örneğin: Lütfi Barkan'ın 1528'de Rumeli'deki dört sancakta tespit ettiğine göre: toplam gelirin % 35'i padişahın haslarına, % 54'ü tımar ve zeamete, % 7'si sancak beyleri hassına ve ancak % 1'i mülk ve vakıf araziye aittir. Merkezi devlet toplam gelirin ancak % 37'sine el koyabilmekte, artan kısmı eyaletlerde kalmaktadır. Bu da devletin militarist ve sürekli seferberlik halinde olmasından ileri geliyor.[10]
Tarihsel süreçte toplum yapısı
Kuruluş Devri
Selçuklu devrinde çok sayıda Oğuz Türkleri İran'a, Azerbaycan'a, Anadolu'ya ve Suriye'ye yayıldı. İlk kurulan devletlerin ideolojik yönelimi ve yönetim biçimi Arap ve İran-İslâm geleneklerine dayanıyordu. Ordunun çoğunluğunu hayvancılığa dayalı, yarı göçebe Oğuz Türkleri oluşturuyordu. Sivil ve mali idarede İranlı vezirler ve kâtipler, kültür yaşamında İranlı ve Arap şair ve yazarlar, medreselerde Arapçayı benimsemiş alimler ağır basıyordu. Günlük hayatın dili Türkçe idi. Yönetim ve edebiyat alanlarında Farsça, medreselerde Arapça yerleşmişti.[11]
Medreselerde yetişen kadılar, ülkenin çeşitli yörelerinde şeriat hükümlerini uyguluyordu.Sınır bölgelerinde Müslüman olmakla beraber iç Asya geleneklerini sürdüren Türkmen hayat biçimi ve töresi yaygındı. Hayvancılık yapan Türkmenler, kışın ovada, yazın yaylada otlak arayarak yarı yerleşik yaşam sürüyorlardı. Ayrıca Bizans bölgelerine yapılan akınlardan alınan ganimetler de önemli gelir kaynağıydı. Ahiler ticarete hakim oldular şehirli halkın dayanışmasını, hatta tehlikeli anlarda örgütlenerek savunma ve korunmasını sağladılar. Ayrıca siyasal dağınıklık dönemlerinde Anadolu'nun toplumsal dinginliğin korunmasına yardımcı oldular.
Yükseliş
On dördüncü yüzyıla gelindiğinde devlet küçük bir uç toplumundan başlayıp, hoşgörülü ve adil bir yönetim sayesinde, Tuna'dan Kızılırmak'a uzanmıştı. Adalet ve müsamaha, Balkanlar'da ortodoks idarelerden ele geçirilen yörelerin elde kalmasını sağlıyordu. Devletin ve toplumun hukuksal temelini, şeriat oluşturmaktaydı. Ancak örfi kurallar da göz ardı edilmiyordu.[12] Vergi düzenini açıklayan en eski Osmanlı belgeleri on beşinci yüzyıldadır. Yeni ele geçirilen yörelerdeki düşük vergiler yerel halkın Osmanlı'yı tercih sebebiydi.[13]
Asker dışındaki halk, "reaya", devlete vergi ödemekteydi.Osmanlı siyasal uygulamasında asker ve reaya kesin kurallarla ayrılmıştı.[11] Reayanın reaya olarak kalması ve asker çocuklarının asker olması teşvik ediliyordu.I. Süleyman'ın sadrazamlarından Lütfi PaşaAsafname isimli eserinde "Reayadan olup ata ve dededen sipahizade olmayanı sipahi etmemek gerek. Kapı açılınca herkes reayadan kaçıp sipahi olur." demiştir.[13] Toplumsal köken, yetişme koşulları ve resmî görev bakımından askeri sınıf: kılıç ve kalem ehli olarak ikiye ayrılmaktaydı. Gayrimüslim halk müslümanlardan farklı olarak cizye vergisi ödemekteydi. Cizye dışında Osmanlı vatandaşları arasında fark yoktur. Şehirli, göçebe ve köylü halkın vergilendirilme biçimi değişiklik gösterir.[14]
Sina Akşin Klasik dönemde toplumu şöyle tasnif eder:[15]
I. Yönetenler (askerîler) sınıfı A. İcraî Askeriler 1. Maaşlılar 2. Zaimler ve tımarlı sipahiler B. Ulema
II. Yönetilenler (reaya) sınıfı A. Kentliler 1. Lonca esnafı 2. Tüccar ve sarraflar B. Köylüler C. Göçebeler
Toplumun farklı noktaları ortak paydada birleştirilmeye çalışıldı. Hiçbir unsurun baskın olmasına, iktidarı ele geçirebilmesine imkân tanınmıyordu. Örneğin: tüccarlardan çok zenginleşen biri olursa, müsadere yoluyla mallarına el konuluyordu. Belli bir bölgede güçlenen halk, boy, oba olursa hemen tehcir edilir. İktidar imkânı kaldırılırdı. Ziya Gökalp devşirme çocukların yüksek yönetici oldukları Enderun ile medreseleri karşılaştırırken, birincisinin Türk olmayanı alıp Türk yaptığını, ikincisinin Türk'ü Arap haline getirdiğini söyler.[16] Enderun'da dil Türkçe iken, ilim ve medrese dili Arapçaydı. Askeri sınıfta Müslüman kökenliler yerine Hristiyan devşirmeler tercih sebebiydi.[17] Genellikle ülkenin padişahtan sonra en zengin ikinci adamı sadrazamdı. Sadrazam çocuklarının yerleşebildiği devlet makamına Hristiyan bir çobanın çocukları da gelebilmekteydi. Tüccar sınıfının büyümemesi için çaba gösterilmiştir. Yalnızca şehirler arası ticareti yürüten lonca üyelerine imkân veriliyordu. Özel teşebbüsün kapital olmasının önü engellenmiştir. Köylüler göçebelere tercih edilmiştir. Köylülerin yeri yurdu belliydi ve vergi ödemekteydiler. Göçebeler ise adresi belli olmayan, vergi ve asker konusunda sıkıntılı, silahlı ve üstüne fazla varılamayan bir kesimdi. Göçebeleri köylüye dönüştürmek Osmanlılar'ın en büyük uğraşlarındandır.[18]
Duraklama ve gerileme
Bu alt başlığın genişletilmesi gerekiyor. Sayfayı düzenleyerek yardımcı olabilirsiniz.
Coğrafi keşiflere ve batıda gerçekleşen teknolojik gelişmelere ayak uyduramayan devlet iç işlerinde isyanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu dönemde artan vergi yükü ve enflasyon nedeniyle devlet- halk çatışması baş göstermiştir. Ayanlar bu dönemde devlet erkini yerel olarak temin etmişlerdir. Dünyada değişen ticaret yolları ve alternatif üretim biçimleri Osmanlı halkını ekonomik zorluğa soktu.[19] Eğitim alanında 1700'lerde batı usulü ile tanışıldı.[20]3. Selim ve 2. Mahmut gibi padişahlar toplumu batı yöntemiyle geliştirmeye uğraştılarsa da bunlar tabana yayılmadı.
Bu alt başlığın genişletilmesi gerekiyor. Sayfayı düzenleyerek yardımcı olabilirsiniz.
Tarihî nüfus
Yıl
Nüfus
%±
1520
11.692.480
—
1566
15.000.000
%+28.3
1683
30.000.000
%+100.0
1831
7.230.660
%−75.9
1856
35.350.000
%+388.9
1881-93
17.388.604
%−50.8
1905
20.884.000
%+20.1
1906
20.975.345
%+0.4
1919
14.629.000
%−30.3
Tanzimatta sanayileşme atılımları görülse de bu çabalar olgunlaşmaz.[21] Batılı güçler karşısında kendini muhafaza etmeye çalışan imparatorluk toplumsal hayatı düzenleyici tedbirler almaya çalıştı. Gayrimüslim halk için büyük düzenlemeler yapıldı. Genellikle batı güdümünde gelişen olaylar sonucunda memur olma hakkı, eşit vergi, askerlik gibi hususlarda tanzimat yapıldı.[22]