Osmanlı İmparatorluğu'nda eğitim. İslam eğitim sisteminin temel kurumu olan medrese, Osmanlılar dönemininde de eğitimin temeli olmuş, Osmanlı İmparatorluğu'na uygun biçimsel gelişmeler göstermiştir. Medrese sıbyan mektebinden sonra orta, lise, yüksek okul ve üniversite eğitimi veren, İslami kimliği nedeniyle yalnızca Müslümanların devam ettiği bir eğitim kurumu özelliğindedir.[1] İmparatorluk sınırlarındaki Müslümanların eğitimi ulema adı verilen dindar topluluk tarafından İslam dininin hükümlerine göre denetlenmekteydi. II. Mahmut dönemine kadar İslami örgütlenme yürütülmüştür. Bu dönemde batı biçimi kurumlar oluşturulmadan önce, memur yetiştirmek amacıyla Acemi Oğlanlar Ocağı ve Enderûn Mektebi; sivil halkın eğitimi amacıyla Sıbyan Mektepleri ve Medreseler kurulmuş idi.[2] İlk medrese 1331'de kurulan İznik Orhaniyesi'dir. 2
Kl(fatih ) İstanbul almıştır .asik Dönemde eğitim örgütünün yapısı
Klasik dönemde, eğitim işlerine bakan ulema sınıfının başında Şeyhülislâm bulunuyordu. Fatih Kanunnamesinde, "Şeyhülislâmınulemânın başkanı olduğu" söylenmiştir. Meşihat makamı şeyhülislam o dönem eğitim öğeleri olan medrese ve sıbyan mekteplerinden sorumluydu. 16. yüzyılın başlarından başlayarak Şeyhülislâmlık içinde Ders Vekâleti denen bir daire kurulmuş ve sorumluluk paylaşılmıştır. Taşrada ise, müftüler eğitim örgütünün sorumlusu olmuşlardır. Klasik dönemde orta ve yüksek derecedeki eğitim şeyhülislâmlığa bağlı kalmıştı. Medreselerde görev yapan müderrislerin tayinlerinden 1574'e kadar tümüyle sadrazam ve kazasker sorumluyken, daha sonra yevmiyesi kırk akçadan yukarı olan müderrisliklerin ve yüz elli akçayı aşan mevleviyet kadılarının tayinine şeyhülislamlar bakmıştır. Bu görevin zor olacağını söyleyen Şeyhülislâm Ebussu‘ûd Efendi, SadrazamPargalı İbrahim Paşa’ya iş yükünün arttığını ifade etmişti.[3]
Örgütün Dönüşümü
II. Mehmet tarafından kurulan Sahn-ı Seman Medresesi felsefe, fen, kelam, fıkıh gibi çok çeşitli ve gelişmeye elverişli bilimleri öğretmiştir. II. Mehmet bilim ve eğitim sisteminin önemli bir kurucusudur. Maveraünnehir ulemasından olan, Uzun Hasan'ın elçi olarak göndermiş bulunduğu Ali Kuşçu'yu bilime ve bilgeliğine olan sevgisi yüzünden İstanbul'a yerleşmesi için ikna etmiştir. İstanbul'da Fatih Camisi etrafında yaptırdığı "Medreset ül Aliye" olarak da anılan Sahn-ı Seman zamanının benzersiz tek üniversitesi konumundadır. Bu medrese sekiz bölümden oluşmuştur.Bunların lise karşılığı olan idadi dersleri, tamamlama bölümleri, hazırlık medreseleri de bulunmaktadır. Okuyup yazan bir öğrenci önce iptida-i hariç denilen medreselerde okur. Buradan sonra da, Musule adı verilen tetimme yani tamamlama medreselerine yükselirdi. Artık buradan sonra Darülfünun yani üniversite öğrencisi olmaya hak kazanırdı.[4]
Daha sonra Sultan Kanuni Süleyman, Süleymaniye medreselerini yaptırdı. Bu medreselerde; hadis, tıp, riyaziye ve tabii ilimler uzmanları yetiştirildi. İlahiyat, hikmet, fıkıh, hadis ve edebi-yat-ı arabiye, Fatih tamamlama bölümünde okutulur, bunların içinden şehadetname yani diploma alanlar mülazım adı ile unvan sahibi olurlardı. Bu mülazım rütbesi alanlardan yetenekli olanlar müderris olabilirdi.[4]
II. Mehmet'in yaptırdığı Ayasofya Medresesi ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurulan Süleymaniye Medresesi Osmanlı eğitim sisteminin II. Mahmut'a dek en önemli kurumları olmuştur. Buralarda doğa bilimleri yerine İslam hukuku ve tefsir gibi İslami ilimlere odaklanılmıştır.[5] Daha sonra din adamları felsefeyi günah sayarak eğitim programlarından çıkarmıştır. Dini kaygılarla müdahaleler sonucunda eğitim sistemi zarar görmüştür.[6] II. Mahmut Tıbbiye ve Harbiye'yi kurarak askeri eğitimi yenilemiştir. Rüşdiyeler kurmuş ve medreseye alternatif eğitim oluşturmuştur. Tanzimat Dönemi ise eğitimin halka yayılmaya çalışıldığı, bakanlık ve kararnameler ile düzenlenmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur.[7]
Dini müfredattan ayrı eğitim ilk olarak: deniz mühendisliği (1773), askeri mühendislik (1793), tıp (1827) ve askeri bilimler (1834) alanlarında yapılmıştır. Orduya uzman personel yetiştirmek amacıyla batılı biçimde eğitim yapılmaya çalışılmıştır. Diplomatlar ve yöneticiler için de benzer kurumlar oluşturulmuştur. Tercüme Odası(1833) ve Mekteb-i Mülkiye(1859) bunlara örnektir. Medresetü'l-Kuzat (Mekteb-i Nüvvâb) gibi karma programlı hukuk okulları bu dönemin öncü atılımlarındandır. 1846'da ilk kapsamlı eğitim planı oluşturulmuştur. İlk, orta ve yüksek düzeyde eğitim için bütüncül bir düzen tasarlanmıştır. 1869'da daha büyük bir plan hazırlanmış ve ücretsiz eğitimi hedef edinmiştir. İki tasarı da mali yetersizlikler nedeniyle uygulamaya konamamıştır.[8]
19. yüzyılda Osmanlı eğitimi medrese, laik askerî ve mülkî okullar ve müslüman olmayan milletlerin özel okulları ile kapitülasyonla kurulan yabancı okullar olmak üzere üçe tabana ayrılmaktaydı. 19. yüzyıl eğitim sistemi medresenin aleyhine laik okulların güçlendiği bir yapıya sahipti. Medreseler yetersiz kalıyordu. Ayrıca aralarında sınıf farkı vardı. Öğrencisi Arapça bilmeyen, basit bir Türkçe yazımından yeteneksiz medreseler de vardı; Arapça, Farsça, matematik, astronomi eğitimi veren de vardı. Cevdet Paşa'nın Maruzat adlı biyografik yapıtı medreselerin durumu hakkında bilgi verir.
Tanzimat devrinde laik eğitim iptidaiden Rüşdiye'ye dek örgütlendi. Bir süre sonra inas(kız) rüşdiyeleri de açılınca, Türk toplum yaşamına kadın çalışanlar girdi. Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye, Mühendis Mektebi, Hukuk Mektebi, Baytar Mektebi, hepsi ayrı tüzel kişiliği olan yüksek okullar kalarak üniversite çatısı altında birleştirilmediler. Bunlar yatılı ve burslu okullardı. Felsefe bu dönemde eğitim sistemine giriyor. Yüksek okul öğrencisi epistemoloji konularını ve medreseden kalan mantık bilgisini ediniyor ancak Rıza Tevfik gibi filozoflar bile özgün metninden Kant gibi kaynakları okuyamıyordu. Filolog ve tarihçi eksikliği bu dönem kaynaklarının yavan kalmasına neden olmuştur. İlber Ortaylı'ya göre son dönem Osmanlı laik eğitiminin başarısı, gerekli teknisyenleri yetiştirmek olmuştur. Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye, Mühendis Mektebi, Hukuk Mektebi, Baytar Mektebi gibi okullar 150 yıla ulaşan geçmişi ile bir gelenek oluşturmuş ve Türkiye'nin teknisyen (mühendis, tabip, veteriner hekim vs.) yetiştirme konusunda üstünlüğüne temel olmuştur.[9]
Müslüman olmayan milletlerinin vakıf okullarında Tanzimat'tan başlayarak Türkçe bulunmaktaydı. Ancak Türkçe eğitimine azınlıklar tarafından önem verilmemişti. Ermeni eğitim kurumları bu dönemin en köklü ve sağlam eğitim verenleriydi. 19. yüzyılda Ermeniler Osmanlı ortamı içinde en oturaklı simaları yetiştirdi. Mora İsyanı'ndan beri Fenerli Rumların terk ettiği hükûmet görevleri ve Tercüme Odası da Ermeni aydınlarla doldu. 19. yüzyılda çoğalan Amerikan eğitim kurumları daha çok Doğu Anadolu, Suriye ve Filistin'de 400'ü aşkın okul, atölye ve yetimhaneye sahipti. Osmanlı'da Amerikan okulları diğer tüm yabancı okullardan daha başarılıydı. Bu okullar, sanıldığının tersine Hristiyanlık propagandası yapmıyor, yerli halktan Amerikalı yetiştiriyordu.[10] Museviler ise öbür cemaatlere göre eğitimde daha geriydi. 19. yüzyılda Fransa Yahudilerinin oluşturduğu ve Osmanlı Musevisi banker Kamondo'nun desteklediği Alliance Israelite Universelle gibi okullarıyla bir eğitim Rönesansı yaşadı. O güne kadar konuştukları Kastilyan İspanyolcalarını Fransızca-Türkçe karma eğitimle değiştirdiler.[11]
19. yüzyılda Darülmaarif kurularak rüşdiye sonrası eğitim verilmiş ve sonradan kurulacak Darülfünun'a öğrenci yetiştirilmiştir.[12] Batılı anlamda eğitim vermek için kurulan Darülfünun üç kez kapatılmış, birçok kez ad ve yer değiştirmiş, ilgi ve olanak eksikliği nedeniyle amacını yerine getirememiştir. Bu kurum 1933'te İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür.
Şehzadelerin eğitimi
Padişahların çocukları hükümdar adayı olduklarından, on beş yaşına gelince bir sancağa gönderilerek burada devlet yönetimini deneyimlemeleri amaçlanırdı. On beş yaşından önce sancağa çıkan şehzadeler de vardır. Gelibolulu Ali, Çelebi Mehmet'in on dört yaşındayken Hüseyin Hüsamettin, II. Mehmet'in sekiz yaşında ve II. Bayezit'in ise yedi yaşında sancak beyi olduğunu iletir. II. Bayezid'e kadar Amasya, bundan sonra da Kütahya yeğlenen başlıca sancaklardır.[13]
Şehzade henüz sancağa çıkmadan Topkapı Sarayı'nın üçüncü avlusunda iç oğlanlarla birlikte hem fiziksel hem entelektüel eğitim
görmekteydi. Binicilik ve dövüş sanatları eğitimini iç oğlanlarla birlikte alırlardı. Sarayda ayrıca bir de “Şehzade Okulu” bulunmaktaydı. Devrin en yetenekli hocaları eğitim vermesi için tutulurdu. II. Mehmet'in hocalığını yapan Molla Güranî ve İnbü’t‐Tercid, oğlu Şehzade Bayezit'in hocası Molla Salahaddin, I. Süleyman'ın oğlu Şehzade Selim'in hocası Şeyh Nurullah bin Akşemseddin buna örnektir.
1603'te I. Ahmet döneminde şehzadelerin sancağa çıkarılma yöntemi kaldırılmıştır. Bunun zindan yaşamı da denilen Kafes Hayatı'nı başlattığı söylenir. Yine I. Ahmet döneminde tahtın babadan oğluna geçmesi yönteminin ortadan kalkması ve Ekberiyet Yönteminin kabulü, şehzade eğitimini aksatmıştır.[14]
Eğitim anlayışı
Osmanlı'da ilköğretim düzeyindeki Sübyan okullarına "mekteb" ya da "küttab", yoksul çocuklar için açılanlara ise "küttab-ı sebil" veya "mekteb-i sebil" de denilmekteydi. Küttab ya da mekteb, aynı anlamda olup "yazı öğretilen yer" anlamına gelmektedir. İlk başlarda, burada okuma yazma öğretilse de, daha sonraları temel İslâmî bilgiler de verilmeye başlanmıştır. Bizans'ın eğitim anlayışı İslâm dünyasındaki ile temel öğretim, genel koşullar ve ilkeler bakımından birbirlerine çok yakın bulunmaktaydı.[15]
İlk olarak II. Murat Dönemi'nde Edirne Sarayı'nda açılmıştır. En önemli özelliği şimdiki tanımıyla Saray Üniversitesi olmasıdır. Osmanlı Devleti'ni yönetecek yönetici, komutan, devlet memuru ve sanatkârlar enderunda yetiştirilmiştir. Enderûn okuluna alınan çocuklara, Kur'an, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, inşa (şiir), dil bilgisi, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi yararlı bilimler dersleri okutulurdu.
Acemioğlanlar Ocağı Osmanlı İmparatorluğunda enderun için öğrencileri ve başta piyade bölümü olmak üzere kapıkulu ordusunun gereksinim duyduğu askerleri eğitmek için kurulmuş olan ocaktır. Gayrimüslim halktan, özellikler Balkanlar'dan 8-18 yaş arasında çocuk ve gençlerin devşirme ile alındığı Acemi Ocağı'nda çoğunlukla asker bazen de saraya bürokrat yetiştirilirdi.
Darülmaarif(دار المعارف) ya da Mekteb-i Maârif Osmanlı'da Avrupa tarzı biçimi yapılan ilk eğitim kurumudur. Tanzimat Dönemi gelişmelerine bağlı olarak devlete memur yetiştirmek ve çağın gerektirdiği niteliklere ulaşmak için Avrupai biçimde eğitim amaçlanmıştır. O günkü rüşdiyelerden daha ileri düzeyde bir eğitim uygulanmıştır. İleride açılması düşünülen Darülfünun'a da öğrenci yetiştirilmek istenmiştir. Osmanlı eğitim kurumlarında uygulanagelen klasik müfredata ek olarak aritmetik, geometri, felsefe, astronomi, coğrafya gibi bir bölümü o dönemin rüşdiyelerinde okutulmayan dersler de konulmuştur. Mektep Cağaloğlu'ndaki Sultan II. Mahmud Türbesi yanında yapılmak istenmiş ancak yakında medreseler bulunduğu gerekçesiyle yapılamamıştır. Daha sonra Bezmialem Valide Sultan aynı yerde modern biçimde bir bina vakfetmiştir. Dârülmaârif, padişah ve devlet görevlilerinin katıldığı bir törenle ve devrin sadrazamı Mustafa Reşid Paşa'nın nutkundan sonra 21 Mart 1850'de bu binada öğretime başlamıştır.[12]
Mekteb-i Osmani, Osmanlı yönetiminin, Fransa'ya gönderilen askeri öğrencilerin Fransızca öğrenmelerini sağlamak amacıyla, 1857'de Paris'te açtığı okul.[16] Paris'teki Osmanlı elçisi Mehmed Cemil Paşa'nın öneri ve girişimleri sonucu öğretime başladı. Okulun müdürü ve yardımcıları Türk, öğretim kadrosunun büyük çoğunluğu Fransızdı. Öğretime geçtikten birkaç yıl sonra, getirdiği ağır mali yüke karşılık yeterli verimin alınamadığı ortaya çıktı. 1868'de açılan Mekteb-i Sultani'nin daha iyi sonuçlar üzerine 1874'te kapatıldı.
Lisan Mektebi, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde devlet memurlarının yabancı dil öğrenmeleri için hizmet vermiş bir okuldur.[17]Tercüme Odası'nın Osmanlı Devleti'nin yönetim örgütünde yabancı dil öğretilen bir okul olma misyonunu yitirmesiyle dil bilen memur yetiştirmek üzere Lisan Mektebi açıldı ancak kısa aralıklarla birkaç kez kapatılıp yeniden açılan bir kurum oldu. İlk açılışı 1866, bir daha açılmamak üzere kapanışı 1892'dedir.
Askeri Okullar
Osman Gazî ve Orhan Gazî'nin ilk zamanlarında gönüllülerden oluşan ilk Osmanlı ordusu yerine, Bursa'nın alınması sırasında ortaya çıkan eksiklikleri gidermek için yevmlü (maaşlı) yaya ve atlı birlikler kurulmuştur. Yeniçerilik kurularak eğitimli bir ordunun temelleri atılır.Klasik dönemde askeri eğitimde öne çıkan iki öğe Acemioğlanlar Ocağı ile Yeniçeri Ocağı'dır. Acemioğlanları Ocağı'nda: Pençik ve Devşirme yöntemleriyle toplanan çocuklar, yetiştirilmek amacıyla önce bir Türk ailesine verilir ve oradan da Acemioğlanlar Ocağı'na gelirlerdi. Bu çocuklar, burada bir taraftan Sıbyan Mektebi düzeyinde eğitim verilirken diğer taraftan da askerî disiplinle Yeniçeri Ortası'na hazırlanırdı. Daha sonra acemioğlanlar arasından seçilen kıdemli oğlanlar, Cemaat Ortaları, Sekbanlar ve Ağa Bölükleri'nde eğitime tutulurlardı. 1826'da kaldırılan yeniçerilikten sonra, değişik kurumlar ile ordunun eğitimi sürdürülmeye çalışılmıştır.
Mühendishane-i Berr-i Hümâyûn, 1795 yılında III. Selim döneminde kurulmuştur. Haritacılık, gemi yapımı ve inşaat mühendisliği öğretimi yapılmaktaydı. Mühendishane-i Berr-i Hümâyûn; 1847'de mühendislik eğitiminin dışında mimarlık eğitimi de vermeye başladı. 1883'te Hendese-i Mülkiye, 1909'da Mühendis Mekteb-i Âlîsi adını aldı.
Osmanlı padişahı II. Mahmud'un fermanı ile 1834 yılında kurulması çalışmalarına başlanan Mekteb-i Harbiye, 1 Temmuz 1835'te Maçka'da padişahın da katıldığı bir törenle eğitim ve öğretime başlamıştır.[18] 1905 yılında beş ordu merkezinde açılmış olan Edirne, Manastır, Erzincan, Şam ve Bağdat Harp okulları, kısa bir süre sonra kapatılmışlardır. Bundan sonra yalnızca İstanbul'daki Harbiye Mektebi, eğitim ve öğretimi sürdürmüştür. Mütareke Dönemi'nde 1 Temmuz 1920 tarihinde Ankara’da Abidin Paşa Köşkü'nde eğitim ve öğretime başlamıştır. Harp Okulu, ilk mezunlarını 1 Kasım 1920 tarihinde vermiştir.
Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn(İmparatorluk Deniz Mühendishanesi)[19]Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1773[19] yılında III. Mustafa zamanında tersane ve donanmanın geliştirilmesi ve de tersane halkının eğitilmesi amacıyla açılmış teknik okuldur. Okulda sınıflara ilk kez tahta ve sıra konulmuştur. Bir okul matbaası kurulmuş ve ders kitapları basılmıştır.
Balkan Savaşlarının ardından 1912 yılının başında Osmanlı'nın askeri havacılığının gelişimi için Yeşilköy'de kurulmuş olan uçuş okuludur.Enver Paşa'nın Harbiye Nazırlığı sırasında başlanmış olan Askeri Havacılık Teşkilatının geliştirilmesi, eğitimi ve personelin yetiştirilmesi amacıyla Fransa'dan hava yüzbaşısı Marki De Gois De Mezeyrac sözleşme ile Yeşilköy Tayyare Mektebi Müdürlüğü'ne getirilmişti. Böylece, bu okulda eğitim veren ilk öğretmen pilot Fransız Marki De Gois De Mezeyrac olmuştur.[21]
İlk olarak "Gülhane Seririyat Hastanesi" adı ile Padişah II. Abdülhamit'in doğum günü olan 30 Aralık 1898 tarihinde törenle açılmış, "Gülhane" adıyla kurulduktan hemen sonra Tıbbiye-i Şahane'den mezun olan asker hekimler bölükteki görev yerlerine gitmeden önce Haydarpaşa Askeri Hastanesi yerine burada bir yıl pratik eğitimine başlamışlardır. 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilmesinden sonra tıp konularında yapılmak istenen reform girişimleri sonucu askeri ve sivil tıp okulları birleştirilmiş ve 1909'da kurulan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne Gülhane öğretim üyelerinin on bir kişilik önemli bir bölümü de transfer olmuştur.
Tıphane, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, kökü Osmanlı padişahı II. Mahmut'un 14 Mart 1827'de açtığı Tıphane'ye uzanan Türkiye tarihindeki ilk Tıp fakültesidir. Bugünkü İstanbul Tıp Fakültesi'nin Osmanlı'nın son dönemlerindeki adıdır.[22] 1843 yılında ilk mezunlarını vermiş; 4 mezununun 1848 yılında Viyana'da yapılan tıp yeterlilik sınavını geçmesi üzerine Avrupa'daki tıp fakültelerine denk sayılmaya başlanmış ve "fakülte" statüsü kazanmıştır.[22]
Sıbyan(çocuklar) mektebi Osmanlı'da ilköğretim kurumuydu. Dâru't‐ta'lim, Dâru'l‐'ilm, Muallimhâne, Mekteb, Mektephâne, Mahalle Mektebi, Taş Mekteb, Mekteb‐i ibtidaiye ve Sıbyan Mektebi adlarıyla da bilinir. Bu okulların hocasına Muallim, yardımcısına Kalfa, öğrencilerine de Talebe, Sûhte, Tilmîz, Puser ve Şâkird adı verilmektedir.[23] Sıbyan mektepleri Osmanlı kent ve kasabalarında en yaygın eğitim-öğretim kurumlarıydı ve daha çok bir caminin ya da hayır kurumunun yanında açılırdı. Mahalle temelinde kurulduğu için mahalle mektebi de denen bu okullara başlama yaşı, ebeveyn ile hocanın kararına göreydi. 4 yaşında da 10 yaşında da başlanabilirdi. 1862'den sonra yerini iptidai denilen ilköğretim kurumlarına bırakmıştır. 1924'te tümüyle kaldırılıp millî eğitime bağlı ilkokullarla değiştirilmiştir.
Osmanlı Devleti'nin dayandığı sistemlerin temel düşüncesini veren, eğitim ve öğretim sisteminin temel kurumu medreselerdir. Türk-İslam çevrelerinde çıkıp gelişmelerine karşın süreç içerisinde her tarafa yayılmış ve ilköğretim üzeri değişik eğitim kademelerini temsil etmiştir. Medreselerde, nakli ve akli bilimler öğretilmekteydi. Nakli bilimlerde İslam dinine ilişkin konular ele alınmaktaydı. Tefsir, Fıkıh ve Kelam nakli bilimlerdendir. Akli bilimler ise bir yönüyle Allah'ın varlığını kanıtlayan, diğer yönüyle ise Dünya'nın düzen ve varlığını akıl yoluyla açıklayan bilimlerdi. İlk medrese 1331 yılında Orhan Bey döneminde İznik'te açılmıştır. Atanılan ilk müderris ise Davud el-Kayserî'dir. En yüksek düzeyli dönemlerine Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman zamanlarında ulaşmıştır.[24]
Darülkurra, Kur'an okuma yöntemlerini (tecvidi) öğretmek için kurulan medrese biçimi kurumdur. Ayrıca, Cami, mescit gibi yerlerin hemen yanında yapılan kuran okuma yeri anlamına da gelir. Tek kubbesi olan, iki göz revaklı, üst bir yapı olan Darül-kurra'nın kubbesi medrese kubbelesiyle aynı düzeydedir. Bu tür mimarî özelliklerinin yanı sıra Darül-Kurra bir Kur'an ezberleme yeridir. Hafızların Kur'an ezberi yaptırmalarının yanı sıra Arapça ve Tilavet derslerinin de verildiği bir yerdir.
Darülfünun (veya Dar-ül Fünun, Arapça: دار الفنون) üniversite" anlamında kullanılan bir sözcüktür. Aynı zamanda 1900 yılında Avrupa üniversiteleri biçiminde kurulan Darülfünun-ı Şahane ya da İstanbul Darülfünununu belirtir. Bu kurum 1933 reformuyla İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür.
Darüşşafaka parasız yatılı, karma öğretim kurumudur. Sözcük anlamı Şefkat Yuvası'dır. Babasını ya da annesini yitirmiş, yetenekli, maddi olanakları yetersiz çocuklara hizmet verir[25] Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye adlı 30 Mart 1864 tarihinde kurulan derneğe dayanır. İlk girişimleri, Beyazıt, Koska’da Valide Mektebi (Emetullah Kadın Mektebi)’ni açmak idi. Bu girişim Ebubekir Paşa Mektebinde şube açılarak ilerletildi. İlk gelirini Çarşı’da bulunan 105 iş yeri kirasının bağlanmasıyla oluşturan cemiyet, süreç içinde devletin, yüksek devlet memurlarının, esnafın ve halkın değişik kesimlerinden pek çok yurttaşın yaptığı bağışlarla gitgide büyüdü.[25] Cemiyetin gelişmesiyle birlikte daha büyük ölçekli bir okulun kurulması gündeme alındı. Seçenekler arasından Fransa’daki “Prytanéé Militarie De La Fleshe" denemesi örnek alınarak, kız-erkek İslam yetimlerinin eğitim görecekleri Darüşşafaka kuruldu. 28 Haziran 1873'te eğitime başladı. Tanzimat devinde, rüştiyelerin nitelikli memur yetiştirmekte yetersiz kaldığı görüşünden hareketle açılan bir dizi üst kademe okuldan birisi oldu. Mezunlar, yüksekokul mezunu kabul edilmekte idi.
1870 yılında Osmanlı Devleti'nde, ilk ve orta öğretim kız okullarına öğretmen yetiştirmek için açılan eğitim kurumu. Kız öğretmen okulu. Osmanlı Devleti'nde, kızlar için ilk iptidâiye (ilkokul) ve rüştiye (ortaokul) mektepleri, 1858 yılında açıldı. 1869 Maârif-i Umûmiyye Nizamnâmesi'nde (Genel Eğitim Yönetmeliği'nde), bu okullara öğretmen yetiştirmek amacıyla bir kız öğretmen okulunun açılması öngörüldü. Okulun açılması, 26 Nisan 1870'te gerçekleşti; Dârülmuallimât adıyla, İstanbul'da Sultanahmet semtinde bir konakta açılan okulda eğitime başlandı. Tanzimat süresince de tek bir okul olarak kaldı.
Aşiret Mektebi, Sultan II. Abdülhamid tarafından, 21 Eylül 1892 tarihinde açılan okuldur. Aşiretlerin yoğun ve egemen olduğu bölgeleri koruyup kollamak için, bunların önderlerinin ve ağalarının çocuklarını, Osmanlı kültürüyle yetiştirerek devlete ve saltanata bağlamak amacıyla açılmıştır. Mektebe ilk olarak Halep, Bağdat, Suriye, Musul, Basra, Diyarbakır, Trablusgarp vilayetlerinden ve Kudüs, Bingazi ile Zur sancaklarından, yetenekli ve saygın ailelerin 12 ile 16 yaş arasındaki çocukları alınmıştır.
Yaygın Eğitim
Yaygın eğitim, bireylerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmeye yardımcı olan, okul sistemi dışında verilen eğitimdir.
Dâru’l‐Kurra ve Dâru’l‐Hadis medreselerinin birçoğu camilerde açılmışlardır. Medreselerin ihtiyacı karşılayamamaları durumunda camiler içinde Dersiye adı verilen örgün eğitim kurumları da açılmıştır.
Tekkeler bağlı bulundukları tarikatın yöntem bilgisi ile dini tedris, tefsir, hadis, fıkıh, siyer‐i nebî dersleri vermiştir. Tekkelerde Türkçe, Arapça ve Farsça da yaygın olarak öğretilmiştir.
Kütüphane cami, tekke ve medreselerde bulunduğu gibi, bağımsız olarak da var olabilirdi. Okuma gereksinimini gidermesi yanında buraya atanan Hafız‐ı Kütüpler aracılığıyla eğitim de vermiştir.
Loncalar, esnaf örgütü ahiliğin devamı olarak 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Osmanlı'da meslek kişilerinin yetiştirilmesinde önemli bir yaygın eğitim kuruluşudur.
Osmanlı sarayı devlet görevlisi yetiştiren resmi eğitimin yanında yaygın eğitim de vermekteydi. Saray erkanına ve davetlilere Kur'an odaklı
dersler yapılırdı. Bu derslere Huzur Dersleri denirdi. III. Mustafa zamanında resmi hale gelen bu dersler: konuyu sunan(Mukarrir) bir müderris ve ona karşı akademik tartışmaya katılacak yeteri kadar tartışmacıdan(Muhatab) oluşurdu.
Başta ulema evleri olmak üzere varlıklı ailelerin konaklarında dönem dönem dersler ve söyleşiler yapılırdı. Ulema, bilgisini yalnızca kendi kafasında tutmanın sorumluluğundan kurtulmak için öğrenciler bulma ihtiyacı duyardı.
Bir toplumsal buluşma yeri olan Kıraathanelerde kitap rafları bulunurdu. İsteyen buradan bilgi edinirdi. Ulemanın da uğrak yeri olmaları nedeniyle birer yazınsal ortam konumundaydılar. Sürekli gelen şairler, meddahlar ve saz şairleri buradaki halk ile görüşmeler yürütürdü.
Namaz saatlerini ayarlama çalışmalarını yapan muvakkithaneler konu ile ilgili kişilere ilgili teknik bilgiyi vermekteydi. Rasathane ise ilki 16. yüzyıl sonunda Takiyüddin tarafından açılan astronomi çalışan kurumlardı. Burada akademik düzeyde eğitim verilmekteydi.
^abBüyük Osmanlı Tarihi, Metin Hasırcı, cilt 8, Bilgi bankası 63
^Öktem, Ülker. "Öktem"(PDF). Osmanlı'da felsefe eğitimi. Ankara Üniversitesi. s. 282. 21 Ekim 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi(PDF). Erişim tarihi: 28 Ekim 2014.
^Öktem, Ülker. "Öktem"(PDF). Osmanlı'da felsefe eğitimi. Ankara Üniversitesi. s. 3. 21 Ekim 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi(PDF). Erişim tarihi: 28 Ekim 2014.