Kürt dilinin yasak olduğu bir dönemde, birçok Kürt yazarın aksine egemen dilde değil ana dilinde yazmayı tercih etmiştir. Özellikle, zayıf olan Kürtçe yazı dilini geliştirmek, ortak bir yazınsal dil oluşturmak ve Kürt hikâye anlatım geleneğini canlandırmaya yönelik yaptığı çalışmalarla modern Kürt edebiyatında kurucu bir role sahiptir.[5][6][7]
Kürt edebiyatı alanındaki çalışmaları nedeniyle, dönemin siyasi rejimi tarafından defalarca Türklüğe hakaret, bölücülük ve terörizme destek gerekçeleri ile suçlanan yazar, uzun süre sürgünde yaşamış ve yalnızca hayatının son yıllarında Türkiye'ye geri dönebilmiştir.[8][9]
Hayatı
İlk yılları
“
Benim kişisel serüvenimin birkaç kısa cümleyle anlatılabilecek özeti şu; Kürtçe konuşulan bir evde doğdum. Yedi yaşıma kadar, yani ilkokula başlayana kadar Türkçe bilmiyordum. Sonradan, tüm eğitim yaşamımın esas dili Türkçe oldu. Kendi anadilimle hiçbir eğitim görmedim. Çünkü müsaade edilmiyordu. On yedi yaşıma kadar kendi anadilimle okuma ve yazmayı hiç bilmiyordum. Şimdi romanlarımı Kürtçe yazıyorum. Deneme ve makalelerimi de Kürtçe, Türkçe, İsveççe yazıyorum. Kürtçe yazmayı ve Kürtçe bir roman dili kurmayı çok zor koşullarda kendi özel çabalarımla öğrendim.[10]
”
1953 yılında, Viranşehir kökenli bir aşiret ailesinin çocuğu olarak Siverek'te doğdu. Anne tarafı Zaza, baba tarafı Kurmanç kökenlidir.[11][12] Babası koyun tüccarı olan Mehmed'in, beş kardeşi daha vardı. Küçük yaşlarında ailesinden duyduğu sözlü anlatım örnekleri, edebi sanatının temelini oluşturmuştur.[13] İleride yazacağı romanların kökü, bu çocukluk anılarından beslenmiştir.
“Geniş aşiret evimizde konuşulan dil Kürtçeydi. Sayılmayacak kadar çok amca, teyze, hala, dayı ve yakın akrabalarım hep Kürtçe, Kürtçenin iki lehçesi Kurmanci ve Dimili, konuşuyordu. Dedem ve anneannemin anlattığı masal ve öyküler hâlâ kulaklarımda. Onlar hâlâ zaman zaman geceleri çalışma odamın penceresine gelerek bana göz kırpıyorlar. Babamın işlemeli, uzun “bilur”u ile çalarak söylediği “Meme Alan”, “Cembeliye Hekkare û Binevşa Nann”, “Siyabend û Xece” ve diğer destanlar, bugün de, kendimi iyi hissetmediğim zamanlar, gelip bana yardımcı oluyorlar.” [14]
7 yaşında, Şair İbrahim Rafet İlkokulu'na başlamasıyla birlikte Türkçeyle tanışır. Eğitim dili Türkçe olduğu için derslerde zorlanır ve okulu bırakır. Lakin, ailesinin ısrarıyla yeniden derslere devam eder. Okuma ve yazma dili tamamen Türkçe olduğu için anadili arka planda kalır.[14] Beşinci sınıftayken Şair İbrahim Rafet İlkokulu'ndan kovulmuş ve Atatürk İlkokulu'na başlamıştır.[15]
“
Söylemem gereken sadece şu; kim olmadığımı söylemek, kim olduğumu izah etmemin en kolay yolu. İsmim, Mehmed. Soyadım, Uzun. Doğum tarihim, 01.01.1953. Herkes beni böyle biliyor. Tüm kitaplarımda, denemelerimin yayınlandığı dergi ve gazetlerde, kitaplarımın yayınlandığı ülkelerdeki kitap kapaklarında bu bilgiler var. Kimlik kartlarımda, pasaportlarımda, başka işlemlerde böyle yazıyor. Her yerde benim kim olduğumu anlatan bilgiler bunlar. Ama bunların hiçbiri gerçek değil; ismim Mehmed değil, soyadım Uzun değil, doğum tarihim bu rakamlar değil.[16]
“Diyarbakır Askeri Cezaevi benim ilk üniversitem oldu, burada Musa Anter ve Ferit Uzun'un, ki sonradan ikisi de öldürüldü, yardımlarıyla kendi dilimle okuyup yazmayı öğrendim.[18]
Ben orada kendi kültür mirasımla ilişkiye geçtim. [...] İşte orada kendi dilimin, Kürtçenin, sözlü anlatım geleneğiyle tanıştım. Ayrıca dünya edebiyatının Türkçe çevirilerini okuma fırsatı buldum. İnsan içerideyse çok okur, ki ben de öyle yaptım. Orada, doğal olarak Kürtçe olan her şey yasaktı ama vardı. Sanırım Suriye tarafından geliyordu”[19]
2 senelik hapis sürecinin ardından, 1974'te uygulanan genel afla serbest bırakılmasından sonra metalurji mühendisliği okumak üzere geldiği Ankara'da,[19] Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu'nda eğitime başladı.[20] Burada arkadaşlarıyla birlikte Komal yayınevini kurdu. 21 Mart 1976'da yayınlamaya başladıkları Rizgari (Kurtuluş) isimli Kürtçe-Türkçe derginin yayın yönetmenliğini yaptı.[21] Yayınladıkları yazılarda "bölücülük" yaptıkları iddiasıyla tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'ne gönderildi. Çıktığı duruşmada yaptığı savunmaya ve savcıya hitaben Kürtçe konuşarak anadilinin varlığını kanıtlamaya çalışmasına rağmen serbest bırakılmadı.[22] 15 Eylül 1976'da tahliye edildikten sonra,[15] yargılaması bitmediği için, 26 Ağustos 1977'de, sahte Tunus pasaportuyla Suriye üzerinden İsveç'e gitti.[2]12 Eylül Darbesinin ardından Türkiye Yazarlar Sendikası'nın kapatılması ve yazarların tutuklanması olaylarına ilişkin olarak yazdığı eleştirel yazılar yüzünden, 1981 yılında Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı.[23]
Sürgün dönemi
“
Yazarlığım, varlığım sürgün geleneğine çok fazla bağlı. Aidiyetlerimin en önemlilerinden biri de budur; ben sürgün edebiyatına ait bir yazarım. Ve o sürgün geleneği ile benim kişisel deneyimlerim olmasaydı orada mümkün değil bu yazarlık kurulmayacaktı.[13]
”
İsveç'e yerleştikten sonra çalışmalarına devam eden Uzun, bir süre Dagens Nyheter ve Aftonbladet gibi gazetelerde, 1979'dan itibaren ise Rızgariya Kurdistan (Kürdistan'ın Özgürlüğü), Kurmanci, Berbang (Şafak) ve Paris Kürt Enstitüsü'nün yayınladığı Hêvî[24] (Umut) gibi Kürtçe yayın yapan dergilerde yazarlık yaptı. M. Ferzend Baran takma adıyla yazdığı şiir ve yazılar hem bu dergilerde hem de Kurdistan Press gazetesinde yayınlandı.[25]Mahmut Baksi ve Şerefhan Ciziri gibi yazarların da katkı sunduğu[26] siyaset ve kültür dergisi olan Rizgarîya Kurdistan, 1982 yılına kadar toplam 11 sayı yayınlandı. Uzun, bu derginin her sayısının sonunda yayımlanmamış bir şiirine de yer veriyordu. Tüm şiirlerini ileride yayınlamak üzere Hêviya Şehîdan (Şehitlerin Umudu) isimli bir dosyada toplasa da hiçbir zaman yayınlayamamıştır.[27] Kürtçenin yanı sıra, 1989-92 yılları arasında İsveççe yayınlanan 90-tal isimli edebiyat dergisinde yazarlık yaptı.[28] Uzun, daha çok Kürtçe üzerine yoğunlaşsa da, kendini İsveççe ve Türkçeden soyutlamaz. Her üç dilde yürüttüğü çalışmalarıyla çokkültürlü bir yazarlıği tercih eder. Tek bir aidiyetten uzak olan yazar, kendi deyimiyle sürgünü avantaja dönüştürür.[13] İlk çalışması anadilinde bir roman yazmak olur. Lâkin, Kürtçe herhangi bir dilbilgisi kaynağı ve yeterli edebi yayın bulunmadığı için önce bir yazı dili kurmak zorunda kalır. Sen'i yazdığı sırada, edebi dilinin yetersiz olduğunu düşünüp, Irak ve Suriye'yi dolaşarak Kürtçesini geliştirir.[29] Seyahati sırasında eski Kürt metinlerini inceleme fırsatı da bulan yazar, böylece Kürtçenin birkaç lehçesini aynı çatıda birleştirerek kendine özgü bir roman dili geliştirir.[30] Oluşturduğu bu edebi dil, Kürt klasik edebiyatı, günlük konuşma dili ve dengbêjlik geleneğinden beslenen modernize edilmiş bir dildir.[31][32] Bu yüzden yalnızca 1985'te yayınlar Sen'i. Takiben yayınladığı Yaşlı Rind'in Ölümü, Yitik Bir Aşkın Gölgesinde ve Abdalın Bir Günü gibi romanlarının ortak teması, savaş, sürgün, tehcir, baş kaldırı ve Kürtlerin maruz kaldığı haksızlıklardır. Eserleriyle, bastırılmış Kürt insanının sesi olmaya odaklanmış yazarın yarattığı kahramanlar, genelde halkının özgürlüğü ve refahı için uğraşan vatansever Kürt aydınlarıdır.[28][33] Bu bağlamda, Uzun'un melez kimliğinin tezahürü olarak ortaya çıkan romanları, ister Türkiye isterse de Kürt toplumunun içinde, halka dikte edilen Kürt kimliğinin toplumsal sınırlarına karşı bir direniş olarak değerlendirilir. Böylece, Kürtçe, etnik dil olmaktan kurtulup, bir direniş aracı hâline geliyor.[34]
1991'de, İngiliz yazar Harold Pinter'ın Dağ Dili oyununu Zimanê Çiya başlığıyla Kürtçeye çeviren Uzun, ertesi sene Fırat Ceweri öncülüğünde çıkan Kürtçe edebiyat dergisi Nûdem (Yeni zaman) için yazılar yazar[25] ve bazı romanları burada tefrika hâlinde yayınlanır.[35]
Mehmed Uzun'un 1993 senesinde Welat gazetesinde yayınlanan Mirina Şervanekî (Bir Savaşçının Ölümü) başlıklı uzun şiiri daha sonra bir takım değişiklikler yapılarak İsveç'te Mirina Egîdekî adıyla basılır. Ciwan Haco'nun teklifi sonrası iş birliğiyle müzikale dönüştürülen eser 1996'da yılında Oslo'da kaydedilir ve albüm, 1998 yılında Destana Egîdekî isimliyle çıkar.[36]
1995'te yayınlanan Kader Kuyusu romanında yazar, önceki eserlerinden daha farklı bir teknik kullanır. Olayların iki anlatıcının ağzından anlatıldığı romandaki dönemler fotoğraflarla sunulmuştur. Eser, Kürt milliyetçisiCeladet Ali Bedirhan'ın hayatını konu alsa da biyografi niteliğinde değildir.[37] Etno-sembolik öğelerin kullanımı açısından dikkate değer olan Kader Kuyusu, bu açıdan birtakım benzerlikler taşıdığı, Yitik Bir Aşkın Gölgesinde romanıyla birlikte Aydın Trajedisi üçlemesinin ilk iki cildini oluşturmaktadır. Kürt aydınlarının trajik hayat hikâyelerini konu alan her iki romanda da Uzun, Memduh Selim Bey ve Celadet Bedirhan karakterleriyle, var olan Kürt klişelerini de kırmaya çalışıyor.[38][39]
Uzun, 1995 yılında türünün ilk örneği olan Antolojiya Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyatı Antolojisi) ve gazeteci Madeleine Grive ile birlikte, İsveç'teki göçmen yazarlar hakkında Världen i Sverige (Tüm Dünya İsveç'te) adlı antoloji eserlerini yazdı.[40] Ertesi yıl Nar Çiçekleri, 1998 yılında ise Dengbejlerim isimli Türkçe deneme kitaplarını yayınlandı.
Roman, söyleşi, deneme, anlatı ve inceleme türünde 20'ye yakın eser yazan Uzun, romanlarını Kürtçe, diğer edebi çalışmalarını ise Kürtçe, Türkçe ve İsveççe yapmıştır. Kürtçe yazdığı yedi roman, 1990'lardan itibaren Türkiye'de yayınlanır. Selim Temo ve Muhsin Kızılkaya'nın çevirdiği romanlar, Türkiye'de hem Kürtçe hem de Türkçe yayınlanmıştır.
İsveç ve Dünya Gazeteciler Birliği, Uluslararası ve İsveç PEN Kulübü üyesi olan Uzun, Kürt PEN Kulübü'nün kurulmasına da önayak olmuştur.[41] İsveç'te yaşadığı yıllar boyunca ülkenin kültür ve edebiyatını derinden öğrenen ve İsveççe çalışmalarda da bulunan yazar, İsveç Yazarlar Birliği'nin yönetim kurulu üyesiydi.[42]
Türkiye'de yargılanması
"Benim Türkiye ile ilişkilerim, doğduğum günden bu yana hep problemli oldu. Türkiye'nin benim için öngördüğü geleceği kabul etmediğim için hep sıkıntı çektim. [...] Yazarlığımın yargılandığı mahkemelere giderek, Kürtçe yazdığımı ve yazacağımı, bunun en doğal hakkım olduğunu, bir dili yasaklamanın esasında bölücülük olduğunu, defalarca söyledim."[43]
Kitapları Türkiye'de yayınlandıktan sonra defalarca yargılandı.[44] 16 Ocak 2000 tarihinde, Diyarbakır'da düzenlenen Kürt Edebiyat Semineri'nde yaptığı konuşma nedeniyle "halkı ayrımcılığa teşvik" suçundan Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde hakkında dava açıldı ve gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı.[45] 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 8/1. maddesi gereği, 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi istenen Uzun, savunma metninde "Benim görevim bölücülük yapmak değil, birleştirici olmaktır. Bölücülüğü sadece bir aptallık olarak değil; aynı zamanda tehlikeli bir düşünce olarak da görüyorum." ifadelerine yer verdi. Yazar, Mehmed Uzun'la Dayanışma Komitesi üyelerinin de bulunduğu, 19 Nisan 2002 günü yapılan duruşmada beraat etti.[46][47] 4 Şubat 2000'de kitaplarının 7 tanesi, Diyarbakır 4 no'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 2000/39 sayılı kararıyla yasaklanmış ve toplatılmıştır.[48][49] Olayın bir yıl öncesinde dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in, Türkiye'nin AB üyeliği adaylığının onaylanmasının ardından İsveç'e yaptığı seferde, adaylık konusundaki kararlılığının göstergesi olarak, İsveç Dışişleri Bakanı Anna Lindh'e Uzun'un Kürtçe basılmış üç kitabını hediye etmesi çelişkili politika olarak değerlendirilmiş ve üyelik sürecini kötü etkilemiştir.[50][51] Yine, Nar Çiçekleri, Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık, Bir Dil Yaratmak ve Kürt Edebiyatına Giriş kitapları 2001'de yasaklanmış,[52][53] önce Diyarbakır'da toplatılan Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık romanı dolayısıyla, 6 no'lu İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce "terör örgütüne yardım ve yataklıktan" TCK'nın 169. maddesiyle yargılanmıştır. Olay, uluslararası düzeyde ses getirmiş ve protesto edilmiştir.[54] 4 Nisan 2001 günü yapılan ilk duruşmada hem yazar hem de yayıncı Hasan Öztoprak beraat etti.[55] Kararın verilmesinde İsveç hükümeti, özellikle de Dışişleri Bakanı Anna Lindh .ve Kültür Bakanı Marita Ulvskog'ın eleştirel tutumu etkili oldu.[56]Yaşar Kemal davayı "utanç verici" olarak nitelendirirken, Mehmed Uzun beraat etmesinin ardından "Bu kararı ümitle bekliyordum. Sadece kendi hesabıma değil, Türkiye hesabına bekliyordum. Umarım bu karar, demokratikleşmenin, edebiyat ve sözün mutlak serbestliğinin önünü açar." şeklinde konuştu.[57] Yabancı basın mensuplarının da ilgiyle takip ettiği duruşmayı, Uluslararası Adalet Divanı eski savcısı Eric Östberg, PEN üyeleri ve Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli ve Yılmaz Erdoğan gibi sanatçılar da izledi.[58] Aynı yıl Mayıs ayında Türkiye Yayıncılar Birliği'nin verdiği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülüne layık görüldü.[59]
Ölümü
Mayıs 2006'da mide kanseri teşhisi konulan yazar, bir müddet Stockholm'daki Karolinska Enstitüsü Hastanesi'nde tedavi aldıktan sonra 13 Temmuz'da Diyarbakır'a geldi. "Ben buraya ölmek için değil, yaşamak için geldim."[60] diyen Uzun, tedavisine Özel Veni Vidi Hastanesi'nde devam etti. Bu sırada "Hêviya Auerbach" (Auerbach'ın Umudu) adını verdiği romanın taslağını oluşturmaya başladı.[30][61] Lâkin, bu ve yazmayı planladığı diğer romanları yazamadan,[62][63] 11 Ekim 2007'de, Dicle Üniversitesi Hastanesi'nde öldü.[64] 13 Ekim günü Diyarbakır Ulu Camii'nde kılınan cenaze namazı ardından, yazarın vasiyeti üzerine,[65] cami önündeki kalabalığa sırasıyla Yaşar Kemal, Şerafettin Elçi, Ahmet Türk ve Osman Baydemir'in yaptığı konuşmaların ardından Mardinkapı Mezarlığı'na defnedildi.[66]
Mirası
Ölümünden bir ay sonra, yazar Ferzende Kaya'nın hazırladığı Uzun Roman Mehmed Uzun Portresi isimli kitap Alfa Yayınları'ndan çıktı. Kitapta 38 yazarın Uzun hakkında yazdığı makaleler yer alıyor.
Şeyhmus Diken'in yazdığı Zevalsiz Ömrün Sürgünü Mehmed Uzun kitabı 2009 yılında Lis Yayınevi tarafından yayınlandı. Uzun'un hayatının son dönemini anlatan kitabın önsözü Yaşar Kemal'e ait.[67]
Ölümünden sonra, Uzun'un hayatını anlatan, 17. Fotoğraf isimli bir de belgesel filmi çekilmiştir. Yönetmenliğini Sibel Yiğittekin'in yaptığı belgeselin galası, Mehmed Uzun'un ölümünün birinci yıl dönümünde, Diyarbakır'da yapıldı.[68]
Muhsin Kızılkaya'nın, yazarın vasiyeti üzerine derlediği notları, Ölüm Meleğiyle Randevu adıyla kitaplaştırılarak Mayıs 2008'de İthaki Yayınları'nca yayınlandı.[69] Anısına, Diyarbakır Yenişehir Belediyesi'nce, 19 Şubat 2009'da Mehmed Uzun Kent Kütüphanesi kurulmuş, ailesi de yazarın kişisel kütüphanesini buraya bağışlamıştır. Yazar Vedat Türkali ve Diyarbakır Sanat Merkezi de, kütüphaneye kitap ve süreli yayın bağışında bulunmuştur.[70] Yine, Yenişehir Belediyesi tarafından 20 bin metrekarelik bir alana Mehmed Uzun Parkı yaptırılmıştır.[71] Ekim 2013'te açılışı yapılan parkta bir de anıt bulunuyordu. Lâkin, 2017 senesinde, hem parkın Kürtçe tabelası hem de kitap anıtı Kayyım Serdar Kartal tarafından kaldırıldı.[72][73] Edebiyat çevrelerinin tepki gösterdiği olay,[74]AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehdi Eker ve Muhsin Kızılkaya'nın müdahalesinin ardından, tabelanın Türkçe yenilenerek asılmasıyla sonlandı.[75][76]
Aynı zamanda yazarın arkadaşı olan gazeteci Zarathustra Gabar Çıyan, Uzun'la yaptığı söyleşileri ve yabancı basının Uzun'a karşı tutumunu yansıtan eleştiri ve incelemeleri, Mehmed Uzun Anlatıyor isimli kitapta toplamıştır.[77] 2015 yılında Do Yayınları tarafından yayınlanan kitabın önsözü, Mehmed Uzun'un İsveç'teki yayıncılarından biri olan Erik-Jan Pettersson'a ait.[78]
Stina-Erik Lundeberg Ödülü ("İsveç kültür yaşamına sunduğu katkılarından" dolayı, İsveç Akademisi) - 2002
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Onur Ödülü - 2005
Diyarbakır Belediyeleri Onur Ödülü - 2005
Notlar
^Uzun, Ruhun Gökkuşağı kitabında doğum günü ve isminin hikâyesiyle ilgili şöyle der: "Esas ismim yasak olduğu için Mehmet oldum. Esas soyadım yasak olduğu için Uzun oldum. Bir insan olarak hiçbir değerim olmadığı, sadece ehlileştirilmesi gereken bir sürünün mensubu olarak görüldüğüm için de, en rahat şekliyle, künyeme 1.1.1953 yazıldı. [...] Önadım Mehmed, dedemin ismi Hemê'den geliyor. [...] Hemê, Memê, doğduğum yörelerde gündelik yaşamda en çok kullanılan isimlerden. Ama bu isim resmi hayatta yasak; bu ismi alamazsınız, bu isimle nüfus kaydı yaptıramazsınız, bu isimle hiçbir resmi kuruma başvuramazsınız. Ve ismim de Hemê, Memê ya da Muhammed iken Türkiye'nin kurnazca, çok bilinçli biçimde yasalarla ön gördüğü Mehmet oluyor. (Avrupalılar Türkçenin t sesini daha yumuşak söylediklerini için de Mehmet, Avrupa'da Mehmed oldu.) Soyadım Uzun'a gelince, bu da yine dedemden geliyor. [...] Biro dedemin dedesinin ismi. Dirêj de onun lakabı, yani uzun. Biroyê Dirêj, yani uzun Biro. Ama yine isimlere ilişkin yasalara göre hem Biro 'Türk örf ve adetlerine' uygun değil hem de Dirêj Kürtçe olduğu için yasak. Bu nedenle resmi kurumlar tarafından Biro tamamıyla atılıyor, Direj de Türkçesiyle Uzun haline getiriliyor ve 'sizin soyadınız Uzun olsun' deniliyor."[2][3]
^Uzun, Mehmed (2006). "Çokkültürlü Toplum". Nar Çiçekleri (16. bas.). İthaki Yayınları. s. 129. ISBN9789752732339.
^Uzun, Mehmed (2008). Ölüm Meleğiyle Randevu. Derleyen: Muhsin Kızılkaya: İthaki Yayınları. s. 190. ISBN978-975-273-408-1.
^Uzun, Mehmed (2005). "Ben, ben değilim artık...". Ruhun Gökkuşağı (9. bas.). İthaki Yayınları. ss. 41-42. ISBN9786053758570. [...] Yoksul bir ülkenin, Siverek isimli yoksul bir kasabasında, farklı yöre ve geleneklerden gelen bir anne ve babanın, yoksul bir Kürt ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldim. Annem, Zaza (Dimilî), babamsa Kurmanc. [...]