Diyarbakır Cezaevi ya da Diyarbakır Askerî Cezaevi, Diyarbakır'da kurulan bir cezaevidir. 1972'de yapımına başlandı, 4 Temmuz 1980'de açıldı.[3]12 Eylül Darbesi'den sonra askerî yönetime devredilerek Sıkıyönetim Askerî Cezaevi olarak kullanıldı. İşkence iddiaları ile ön plana çıktı.[4]The Times gazetesine göre "dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi" arasında yer almaktadır.[5] 1981 ve 1984 yılları arasında cezaevinde 30 kadar kişi öldü.[6] 9 Mayıs 1988 tarihinde Adalet Bakanlığına devredildi.[7] Cezaevi hakkında belgeseller çekildi ve kitaplar yazıldı. Günümüzde ise müze olması planlanmaktadır.[8]
E Tipi Cezaevi yaklaşık 600 kapasiteliydi ancak doluluk oranı zaman zaman 900’e kadar da yükselebilmekteydi. Politik tutuklu ve hükümlülerin kaldığı D Tipi Cezaevi’nde ise kapasite 700-750 arasındaydı.[9]
İşkence iddiaları
1981-1984 yılları arasında işkenceye maruz kaldığı iddi 30 kişi öldü. Soruşturmayı yapan ve adı geçen 32 sanıktan 30'unun ölümünü doğrulayan savcının açıklamasına göre; 4'ü kendini yakarak intihar olmak üzere 8 kişi intihar etti, 6'sı açlık grevi ve 16'sı doğal ölüm (hastalık) sonucu öldü.[6] Bazı kaynaklara göre ise bazı mahkûmlar, işkenceler yüzünden öldü.[10][11]PKK'nın kurucu militanlarından Kemal Pir de ölüm orucu sonucunda öldü. PKK Merkez Komite Üyesi Mazlum Doğan da intihar edenler arasındadır. PKK'nın kurucularından Sara kod adlı Sakine Cansız da cezaevinde hapis yatmıştır.
Hapishanede o yıllarda kalmış olan 32 kadın şöyle demiştir:[12]
"Elektrik dahil bütün işkence yöntemlerini yaşadık ama en ağırı cinsel işkenceydi."
"Tecavüz ettikleri kadınları kanlı etekleriyle koğuş koğuş dolaştırdılar."
"Etekleri başlarımıza geçiriyor, altımızın çıplak olmasını sağlıyor, 'gez' diyorlardı."
"Banyodan çıkıp bornozla karşımıza gelip ve bize baka baka mastürbasyon yaptılar."
"En büyük işkence başka kadınların çığlıklarını dinlemekti."
"11 yaşında ikiz oğulları olan arkadaşımızın, oğullarına işkence yapıp sesini ona dinletmişlerdi."
"Lağım sularının içine zorla kadınları soktular."
"Çocuğum görüşe geliyor ama bana yapılan davranışlardan dolayı benden korkuyor o hiç sevmediğimiz gardiyanlara sarılıyordu. Çıktıktan sonra da bir süre kızım bana anne demedi."
"Serbest bırakıldım ve eve gittim. Beni yıllarca görmeyen annemin bana ilk dediği şey, 'Bunca yıl neredeydin?' olup, kızlık muayenesine götürmek istediğini söyledi."
Esat Oktay Yıldıran'ın, Kıbrıs Harekâtı sonrası Diyarbakır Cezaevi'ne bizzat Kenan Evren tarafından yollandığı ve iç güvenlik komutanı olarak görev süresi boyunca işkence yaptığı iddia edilir. Bunun yanı sıra Esat Oktay Yıldıran'ın işkence yaptığını söyleyen Nagehan Alçı ve eşi Rasim Ozan Kütahyalı ile Ümit Zileli, bunu kanıtlayamadıkları için yargısız infaz yapmak ve Esat Oktay Yıldıran'ın hatırasına hakaret etmekten 105 gün hapis cezasına çarptırıldı.[13]
Ben siyasi biri değilim. Bu konularda birikimim yok. Ama 12 Eylül, Kürt sorununa herkesin dikkatini çekti, bu sorunu dünyaya duyurdu. Cezaevindeki vahşet olmasaydı, Kürt meselesi bu ülkede bu kadar erken açığa çıkmazdı. Diyarbakır Cezaevi'ndeki insanları birer militan haline getirdiler. Bunların %80'den fazlası dağa çıktı. İnsanın oradaki vahşeti gördükten sonra normal yaşama dönmesi çok zordu. "PKK hareketi 1984'te patladı" derler ya, bu tarih, Diyarbakır Cezaevi'nden ana tahliyelerin olduğu tarihtir.[14]
Hapisaneden çıktığımda eğer genç olsaydım, 5 No'lu'ya tekrar haksız yere girmemek için dağa çıkardım.[15]
— Felat Cemiloğlu
Altan Tan, "Kürt Sorunu" adlı kitabında, 1980 ve 1983 yılları arasındaki olayların, Güneydoğu bölgesindeki Kürtçülük düşüncesinin yayılmasında rol oynadığını, Diyarbakır Cezaevi'nden çıkanların büyük çoğunluğunun dağa çıktığını, PKK'nın ana gövdesini oluşturduğunu ve örgütün büyümesini sağladığını söylemiştir.
Etkileri
Sanat
"38" belgeseli ile tanınan Çayan Demirel, "tarihle yüzleşmek için" cezaevi hakkında "5 No’lu Cezaevi: 1980-84" adında bir belgesel çekti.[16] Süresi 90 dakika olan belgeselin oluşması için yüze yakın tanıkla görüşüldü ve elliye yakın röportajlardan kesitler kullanıldı.[16]
Cezaevi ile ilgili onlarca kitap yazılırken bir de dönemi kara kalemle anlatan Zülfikar Tak'ın resim sergisi açıldı.[17] 33 adet resimden oluşan sergi, 1989 yılında bir ayda çizildi ve resimler Karşı Sanat'ta sergilendi. Tak, ayrıca "Diyarbakır Cezaevi'nde İşkence Çeşitleri" adını verdiği bir karikatür kitabı çıkardı.[18] Tak'ın çıkardığı kitap Avrupa'da Almanca ve İngilizce yayımlandı. Her iki dili konuşan insanların anlayabilmesi için Türkiye'deki baskıda Türkçe ve Kürtçe açıklamalara da yer vererek cezaevinde yapıldığı iddia edilen tüm işkenceleri tasvir etti.[18]