Simyacı (Özgün adı: O Alquimista), Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun yazdığı ve yayımlandığı yıl olan 1988'den bu yana dünyayı birbirine katan, eleştirmenler tarafından bir fenomen olarak değerlendirilen fantastik ve nasihat romanıdır.[1]
Simyacı; 6 yılda 42 ülkede 26 dile çevrildi ve yedi milyondan fazla sattı. Bu, Latin Amerika'da Gabriel García Márquez'den bu yana görülmemiş bir olay... Roman, yüreğinde çocukluğunu yitirmemiş olan okurlar için bir klasik kimliği kazanmıştır.
Simyacı, 1996 yılından bu yana Türkiye'de de çok okundu, çok sevildi ve çok övüldü. Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlânâ'nın ünlü Mesnevî'sinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılmıştır.[2]
Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır Piramitleri'nin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının felsefi öyküsüdür. Simyacı'nın dünya çapında bu kadar satmasının sebebi belki de kılavuzculuk ve nasihat verme niteliğinin ön planda olmasıdır. Simyacı'yı okumak, herkes uykudayken uyanıp şafak vakti güneşin doğuşunu beklemeye benzemektedir.
Kitabın konusu
Kitap, İspanya’dan kalkıp Mısır Piramitleri'nin eteklerinde hazinesini aramaya gelen Endülüslü çoban Santiago’nun masalsı yaşamının felsefi öyküsüdür.[2]
Kitabın özeti
Romanın kahramanı Santiago’nun anne ve babası rahip olması için onu papaz okuluna göndermiştir. Santiago, okuldan arta kalan zamanlarında babasına ait koyun sürüsünü otlatmaya götürür. Bu sayede dağ, taş, tepe demeden Endülüs’ü gezerdi. 16 yaşına geldiğinde rahip olmak istemediğini, okuldan ayrılmayı ve gezginci olmak istediğini babasına söyler. Bunun üzerine babası da oğluna, içinde üç adet altın İspanyol parası olan bir kese vererek “Git, kendine bir sürü al ve en iyi şatonun bizim şatomuz ve en güzel kadınların bizim kadınlarımız olduğunu öğreninceye kadar dünyayı dolaş!” der ve oğlunu kutsar.
Santiago’nun sırtında bir heybesi ve içinde de yatarken yastık olarak başının altına koyduğu bir kitabı ve yamçısı vardır. Önce, babasının vermiş olduğu parayla bir koyun sürüsü alır ve yaşamının büyük düşünü gerçekleştirmeye başlar: Artık geziyordur...
Bazen “Papaz okuluna Tanrı’yı aramak için nasıl gidebilirdim? ” diye düşünerek bunun kendisini sıktığını düşleyip tekrar kendi yazgısı doğrultusunda bir başka yolculuğa çıkıyordu. Ancak dünya çok büyüktü, sonu gelmiyordu. Kısa bir süre de olsa, koyunlarının kendisine yol göstermesine izin verse de sonunda bir yığın ilginç şeyler keşfederek tekrar onların peşinde sürüklenmekteydi. Her gün yeni bir yere gittikleri otlaklar değiştiği hâlde bazen mevsimlerin bile birbirine benzemediğini dahi anlamıyorlardı. Koyunların yiyecek ve sudan başka bir kaygıları yoktu. Dağ, taş, köy, kasaba geçip akşam hava karardığında koyunları kurtlara karşı emniyete alacak müsait bir yer bulduğunda yatıyor ve sabah hava aydınlanınca da tekrar aynı şekilde gezmeye başlıyordu.
Ancak akşam yattığında uykusunda gördüğü rüyaların da etkisinde kalarak, gördüğü bir düşün gerçekleşme olasılığının yaşamını oldukça ilginç bir hâle getireceğini düşünüyor ve o şekilde hareket ediyordu. Romanın ana konusunu teşkil eden Mısır Piramitleri’ne gitmesi ve orada hazine bulacağı, ona rüyasında söylenmişti.
Romanın kahramanı, rüyasını gerçekleştirmek için önce bir falcı kadına rüyasını anlatır. Falcı kadın, kendisine tatmin edici bir cevap veremez, ancak bulacağı hazinenin onda birini kendisine vermesini ister. Bunun üzerine bir daha düşlere inanmamaya karar vererek oradan ayrılır ve yine koyunlarıyla dolaşmaya devam eder. Ancak daha sonra geldiği kasabada karşılaştığı ve kendisini Şalem (İncil'de adı geçen kutsal bir şehir) kralı olarak tanıtan bir yaşlı adamla konuşur, kendi amaçlarını anlatır. Yaşlı adam, hayatın gizemleri hakkındaki bilgiye karşılık Santiago’dan sürüsünün onda birini vermesini ister. Sarayına davet eder ve çobanı bir teste tabi tutar. Bir yemek kaşığının içine sıvı yağ koyar ve kaşığı ağzında tutarak sarayını gezmesini ister. Bu testin amacı, “Mutluluğun gizi, dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan” der. Çoban, mesajı almıştır. Yaşlı adam, Santiago’ya biri beyaz diğeri siyah olmak üzere iki adet gizemli taş verir ve siyah olanı “evet”, beyaz olanı “hayır” anlamını taşıyan bu taşları “Zor duruma düştüğün zamanlarda kullanırsın, ancak kendi kararını kendin vermeye çalış!” der.
Santiago, falcı kadından ve yaşlı adamdan aldığı işaretlerden sonra Mısır’a gitmek için önce koyun sürüsünü satar ve parasını cebine koyarak yola çıkar. Afrika’nın bir liman şehri olan Tanca’da, kendisinin turizm danışmanı olduğunu söyleyen bir Arap çocuğu ile tanışır. Ondan, Mısır'a gidebilmek için Sahra Çölü'nün geçilmesinin gerektiğini öğrenir. Bunun için de deve almak üzere Arap çocuk ile beraber bir pazara giderler. Fakat Arap çocuk, paralarla birlikte kaçarak Santiago’yu bu şehirde parasız pulsuz bırakır. Bunun üzerine Santiago, para kazanmak için bir billuriyeci dükkânında çalışmaya başlar. Billuriyeci ile ilişkilerini geliştirdikçe ikisinin de hayallerinin benzer olduğunu fark eder. Ancak, Müslüman olan billuriyecinin yıllardır dininin kutsal yolculuğuna (hac) gidişini gerçekleştiremediğini öğrenir; hayallerine ulaşmak için daha değişik yöntemlerle para kazanmalarının gerektiğini anlatır. 6 ay kadar burada çalıştıktan sonra Santiago yeterli parayı kazanarak tekrar yola koyulur. Yolda bir İngiliz ile karşılaşır. İngiliz de aslında Simyacıyı aramak için çölü geçmek istemektedir. Birlikte bir deve kervanıyla çölü geçmek üzere yola çıkarlar.
Santiago, çölden de daha birçok şey öğrenebileceğini düşünerek dikkatli gözlemler yapmaktadır. Fakat İngiliz arkadaşı ise elindeki kitapları okumakla meşguldür. Yolda karşılaştıkları güçlüklerde kendi kişisel menkıbelerini aramak üzere yola çıktıklarını söylüyorlardı. Kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimse, “her şey bir ve tek şeydir” sonucuna varır ve neye ihtiyacı varsa onu elde edebileceğini bilirdi. Simyacı, evrendeki sonsuz yolculuğunda en büyük sorunun "her şeyin bir ve tek olduğunu anlamak ve bu biricik şeyin kendi gerçek görevini yerine getirmesiyle her şeyin mümkün olacağını" bilirdi.
Santiago, yüreğinin söylediklerini dikkatle dinleyerek çölde ilerlemesine devam eder. Karşılaştıkları güçlükler karşısında hep kendi kişisel menkıbesine güvenir ve sonunda kumullar tepesine ulaşır. Piramitler, bütün görkemiyle karşısında yükseliyordu. Dizüstü düşüp ağlar ve kişisel menkıbesine ulaşırken rastladığı insanlar için Tanrı’ya şükreder. Hazinesine ulaşmak için, kumulu bütün gece boyunca kazar. Sabah gün doğarken doğrulur ve piramitlere bakar. “Gerçekte kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimseye karşı hayat cömerttir.” diye düşünür. Piramitlerin de ona gülümsediğini hissederek yüreği neşeyle dolu bir şekilde o da piramitlere gülümser. Sonunda hazinesini bulmuştu.
Sonuç olarak; romanın kahramanı Santiago, babasının verdiği parayla aldığı koyun sürüsü ile birlikte geceyi geçirdiği eski, yıkık bir kilise bahçesindeki incir ağacı altında uykuya dalmıştır. Sabah uyandığında bulunduğu yeri kazmış ve gerçekten içi mücevher dolu bir sandık bularak rüyasında gördüğü ve Mısır Piramitleri'ne kadar gidip bulmayı arzuladığı hazinesine kavuşmuştur.
Kitabın ana fikri
Asıl hazine işin sonunda elde ettiğin değil, elde edene kadar yaşadığın macera ve bu maceradan edindiğin deneyimdir. İnsanın hayattaki en büyük arzusu esasen keşfetme arzusudur ve bunu tatmin ettiği sürece heyecanla daha fazlasını ister. Tevekkül ederek çıktığın her yolculukta, her kapının ardından ne çıkacağını görmek ve her kapattığın kapıdan sonra yeni bir insana dönüşmek, daha çok ve daha çok deneyim kazanmaktır.
Birtakım endişeler sebebiyle çıkılmayan yolculuklar, insanı korkuların kölesi haline getirir ve hayatı çekilmez kılar.
Daha fazlasını bilmek arzusuyla çıkılan her yolda tevekkül eden kişiye yaratıcı her türlü imkanı sunar. Yalnızca saf bir arzu ve inanç yeterlidir.
Kaynakça