Monarşi

Monarşi ya da tek erklik[1], bir hükümdarın devlet başkanı olduğu bir yönetim biçimidir. Saltanatın bir başka adıdır. Genellikle seçim dışı yöntemler kullanılır. Bu hükümdar, Türkçede kral, imparator, şah, padişah, prens, emir, kağan, hakan, han gibi çeşitli adlar alabilir. Monarşiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran en önemli özellik, devlet başkanının bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurmasıdır. Hükümdar öldükten sonra onun soyundan biri gelir (oğlu, kızı, kardeşi gibi). Yani yetki genellikle babadan oğula geçer. Demokrasilerde ise devlet başkanı seçimle işbaşına gelir. “Monarşi” sözcüğü Türkçeye Fransızcadan (Monarchie) geçmiştir. Cezalandırma ve bağışlama yetkileri sadece hükümdarın elindedir. Otoritenin bir kralın veya bir imparatorun elinde olduğu yönetim türüdür.

Etimolojik anlamına bakılırsa monarşi bir kişinin yönettiği bir dev­let düzenidir. Bu terim, iktidarın aynı soyda kaldığı, monarşinin en yaygın şekli olan kalıtsal monarşiyi de ta­nımlamakta kullanılabilir. Bununla birlikte, seçimli monarşiler de vardır.

Monarşi, yüzyıllar boyu, dünyada en yaygın yönetim biçimiydi. Bunlar çoğu zaman, geleneksel tanı­ma en yakın, tanrısal hakka dayanan monarşilerdi: prens, iktidarı tek ba­şına elinde tutardı ve Tanrı'dan başka kimseye hesap vermek zorunda de­ğildi, çünkü otoritesini Tanrı'dan aldığına inanılıyordu. Aslında, bu tip yönetim hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanamadı. Gerçekten, en müstebit hükümdarlar bile, uyruklarının bazıları­nı (zengin ve güçlü soylular, etkili din adamları gibi) kollamak zorundaydı­lar; üstelik ulaşım ve haberleşme araçlarının yavaşlığı da onları, uzak bölgelerdeki topraklarını başkaları eliyle yönetmeye zorluyordu. Bunun­la birlikte otorite, kralın ve­ya danışmanlarının elinde toplan­mıştı ve halk alınan kararlara karışamıyordu.

Birçok ülkede toplumsal ve siyasal gelişim, özellikle XVIII. yüzyıl sonların­da, Meşrutîyet adı verilen yeni bir tür monarşinin doğmasına yol açtı: buna göre hükümdarın yetkileri, yazılı bir anayasa ile tanımlandı ve sınırlan­dı. Bu monarşi genellikle parlamenterdir ve demokratik bir rejimdir: kral, devletin sim­gesi olarak kalır, ancak yürütme yet­kisini bir hükûmete bırakır. Hükûmet de halk tarafından seçilmiş bir millet meclisinin kararlarına uymak zorundadır. Söz gelimi Hollanda, Danimarka, Birleşik Krallık, İspanya, İsveç, Japonya ve Belçika'da bugünkü durum böyledir.

Antik monarşi

Tüm toplumlar, tarihlerinin şu veya bu evresinde monarşiyi yaşamış ve ona kutsal bir nitelik vermiştir. Her eylemin bir ayin görünümüne büründüğü kalıcı bir dini ortam içinde yaşanılan bir dünyada, kral, ancak tanrının (İbranilerde) veya tanrıların seçtiği bir kişi, hatta mısır firavunları gibi tanrının kendi de olabilirdi. Monarşilerin bu ağırlıklı dini niteliği bu yönetim biçiminin ortadan kalkmasından sonra bile varlığını korudu: Mesela, Atina'da demokratik dönem içinde, yargıç kral, sitenin tüm dini hayatını denetimi altında tutuyordu. Tanrılar ve insanlar arasında aracılık görevini üstlenen hükümdar, kendini destekleyenlerin ve iktidarını kabul ettirmek için gerekli olan kişilerin gücünün, kendi iktidarını sınırladığını görüyordu. Mısır'da kral, defalarca rahiplerin engellemesiyle karşılaştı ve onlarla uzlaşmak zorunda kaldı; yine mikenai dönemi Yunanistan'ında krallık gücü, ayrıntılı ve bürokratik bir saray yönetimine dayanıyordu. Kral, aynı zamanda ordunun başıydı ve savaşlarda kendine eşlik eden savaşçılar sınıfını göz önünde bulundurmak zorundaydı.

Monarşilerin en mutlak nitelik kazandığı ve en uzun süre varlığını koruduğu bölgeler, tarımın sulamaya dayandığı ve karmaşık bir örgütlenme gerektirdiği yerlerdi (Nil Vadisi ve Mezopotamya deltası). Atina, Sparta veya Roma gibi başka yerlerde, oligarşi kısa süre içinde kralın yetkisi yerine kendi yetkisini kabul ettirdi. Bununla birlikte, İskender'in fethi sonucunda, Yunanistan'da doğu monarşilerinin kutsal niteliğinden geniş ölçüde esinlenen bir monarşi türü ortaya çıktı.[2]

Modern monarşi

Monarşi ile yönetilen ülkeler

Kıta Avrupası'nda monarşi, Fransız İhtilali'ne kadar sürmüştür. 1789 Fransız İhtilalinden günümüze kadar olan süreçte modern devlet anlayışının ikinci aşaması yaşanmıştır. Bu aşamada egemenlik topluma verilmiştir. Egemenliğin yetkilerinin sınırlı olarak kullanılması gerektiğinin düşünülmesi gibi gelişmelerin yaşanmasının ardından, mutlak egemenlikten farklı olarak sınırlı bir egemenlik ortaya çıkmıştır. Egemenliğin sınırlandırıldığı dönemin siyasal iktidar tipi ulus devlet olmuştur.[3]

Rönesans'ın etkisiyle 16. yy başlarından itibaren toplumların sosyal, ekonomik ve kültürel ölçüleri değişikliğe uğramaya başlamıştır. Bu dönemde kent uygarlığının gelişmesi ve açık ekonomi düzenine geçilmesiyle sermaye, ulusal alanda ağırlığını daha fazla duyurmuştu. Burjuvazi sınıfı, niteliğini değiştirme ve üretken bir sınıf olma yolunda ilerlemekteydi. Ticarete ve el sanatlarına dayalı sermaye, giderek artış göstermekteydi. Ticaret burjuvazisinin korunması gerektiğini düşünen dönemin kralları, ticareti içte ve dışta korumaya yönelik önlemler alma yoluna girdiler. Ekonomiye egemen olan burjuvazi sınıfı, tüm yetkilerin kralda toplanmasıyla kazancını her bakımdan garantiye alabilecekleri düşüncesini taşımaktaydılar. Ayrıca kilise de kralın yönetimine girdi ve yönetimdeki ağırlığı ciddi oranda bir kayba uğramış oldu. Burada krallığın burjuvazi sınıfıyla kolaylıkla uyuşmasının bir nedeni de soylularla olan ve kökleri tarihte çok eskilere dayanan bir anlaşmazlık içinde oluşlarıdır. Krallar ve soylular tüm tarih boyunca birbirlerinin yetkilerini sınırlandırmak için uğraş vermişlerdir. Bu iki taraf arasındaki çatışmanın bir örneği de Magna Carta olarak gösterilebilir. "Özgürlük" terimi burjuvazi sınıfının temel statüsü haline gelecektir. Yeni dönem hukuku, genellik ve kesinlik karakterine sahip "modern" bir hukuk olacaktır.

Niccolò Machiavelli'ye göre; ahlakın kökenini toplum oluşturmaktadır. İnsanı evrensel bencil olarak tanımlamaktadır. Prensi ahlak dışı tutar ve toplumda düzeni sağlayacağına inanır. Ahlakın temel ilkesinin sevgi olduğu görüşündedir. Din, birleştirici olmalıdır. Bunun için de din, devlete bağlı durumda olmalıdır. Machiavelli, bu şekilde laikliği gerçekleştirmiş olur.

Jean Bodin ise, vicdan özgürlüğünü savunur. Machiavelli ile ortak yönleri; dinsel hoşgörüyü ülkenin düzeni için bir araç olarak görüyor oluşudur. Bodin'e göre kral, Tanrının vekili konumundadır ve gücünü ondan alır. Farklı dinlerde insanların birbirlerine hoşgörüyle yaklaşımında din birliğinin sağlanabileceği görüşündedir.

Thomas Hobbes da Machiavelli gibi kiliseyi devlete bağımlı kılar. Aslında hepsinin amacı; barış ve birliğin korunmasıdır. Fakat bu amaca, Bodin hoşgörüyle ulaşmayı amaçlarken Machiavelli ve Hobbes toplumu güderek ve zor kullanılarak bu ulaşmayı amaçlar. Üç düşünürün de benimseyip savunduğu yönetim biçimi mutlak egemenliktir. Üçü de görüşlerinde objektif ve tarihsel bir metot kullanmıştır.

Osmanlı monarşisi

Osmanlı Saltanatı veya Padişahlık, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kullanılan monarşiye verilen addır. Yönetim şekli Osmanlı Hanedanı mensubu padişahın görünüşte mutlak egemen olmasına dayalıdır.

Saltanatın bazı dönemlerinde, padişahın yetkin olmamasından dolayı, Haseki sultanlar veya Valide sultanlar (hatta Mihrimah Sultan örneğinde görüldüğü gibi, padişah kızı) devlet yönetimine müdahale etmişler, hatta zaman zaman bizzat devleti yönetmişlerdir. Bu dönem Kadınlar saltanatı olarak bilinir.[4] Dönem büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklama dönemine denk gelir. Kanuni Sultan Süleyman'ın yaşlılık döneminde (1550 civarı) başlamış, 1656 yılında Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazam oluşuna kadar devam etmiştir.[5]

Saltanatın sınırlanması

1876 yılında II. Abdülhamid tarafından Birinci Meşrutiyet ilan edildi. 3 Ocak 1877'de Osmanlı'da ilk seçim yapıldı. Rusya'da bundan memnun değildi. 20 Nisan 1877'de Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. Savaştan dolayı II. Abdülhamid 13 Şubat 1878'de parlamentoyu feshetti. 30 yıl askıda kalmasından sonra yine İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Bununla birlikte Osmanlılar Trablusgarp Savaşı ve I. Dünya Savaşı'nda savaştı. Osmanlı'nın I. Dünya Savaşı'nda yenilmesiyle Meclis-i Mebusan 23 Nisan 1920'ya kadar açık kaldı. 28 Ocak 1920'de Son Osmanlı Meclisi Misak-ı Milli'yi kabul etti. 23 Nisan 1920'de yerini Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakmıştır.

Saltanatın kaldırılması

Saltanat, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'nin 1 Kasım 1922'de kabul ettiği "Osmanlı İmparatorluğu'nun münkariz olduğuna dair" 308 numaralı kararname ile kaldırılmıştır. Kararname, ilga hükmünü geriye yürüterek "İstanbul'daki şekl-i hükûmetin 16 Mart 1336 (1920)'de tarihe intikal ettiğini" bildirmiştir.[6] Saltanatın kaldırılmasıyla Türk tarihinin en uzun ömürlü devleti olan Osmanlı Devleti'nin 623 yıllık ömrü resmen sona ermiştir. 17 Kasım 1922'de son Padişah VI. Mehmed Vahdettin, Osmanlı'nın sonu olduğunu anlamış ve tahtından çekildiğini açıklamıştır. Aynı zamanda TBMM'ye de tahtından çekildiğini bildirmiştir. Saltanatın kaldırılmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. ^ "Arşivlenmiş kopya". 29 Aralık 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Temmuz 2023. 
  2. ^ Axis Türkçe Ansiklopedi, Monarşi Maddesi.
  3. ^ Modern Devlet Anlayışının Felsefi Temelleri 21 Haziran 2020 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2011, 15 (2): 1-20
  4. ^ İlber Ortaylı: Tarihimiz ve Biz, Timaş sf.119
  5. ^ İlber Ortaylı: Son İmparatorluk Osmanlı, Timaş sf.78 ISBN 975-263-490-7
  6. ^ Bak. Düstur, Üçüncü Tertip c. 5. Yaygın kanının aksine, saltanat kanunla kaldırılmamıştır.

Strategi Solo vs Squad di Free Fire: Cara Menang Mudah!