Terim, bazı Japon tarihçileri tarafından, 1930'ların başından II. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Japon İmparatorluğu'nu yöneten siyasi rejimi, aynı dönemdeki Faşist İtalya ve Nazi Almanyası diktatörlüklerine benzeterek tanımlamak için kullanılmaktadır. Bununla birlikte pek çok yazar Japonya'ya atıfta bulunularak çeşitli nedenlerden dolayı doğrudan faşizmden söz edilemeyeceğini ve daha çok aşırı milliyetçilik ve militarizm gibi terimleri uygun olduğunu vurgulamıştır.
Savaş öncesi Japon rejiminin İtalyan ve Alman muadillerine göre en belirgin farklılıkları şunlardır:
Nüfus ve iktidar arasındaki doğrudan ilişkiyi somutlaştıran karizmatik bir diktatörün yokluğu.
Diktatörlerin vazgeçilmez tahakküm aracı olarak tek partinin bulunmaması.
Japonya'da faşizmden söz edilebileceğini iddia eden tarihçiler ise şu argumanları öne sürmüşlerdir:
Japonya'da diktatör figürü gerekli değildi; bir kısmı kutsal imparator figürüyle değiştirildi, diğer kısmı ise hükûmetin çeşitli üyeleri arasında, özellikle de bürokrasi çalışanları arasında güç ve kişisel olmayan bir paylaşımla değiştirildi. Japon tarihçiler de dahil olmak üzere bazı tarihçiler "imparatorluk faşizmi" hakkında konuşmamayı tercih etmektedirler.
Nüfusun, hükûmetle çeşitli şekillerde ilişkili sivil ve siyasi dernekler (örneğin tonarigumi) aracılığıyla zaten önemli olan sınıflandırması göz önüne alındığında, tek parti gereksizdi.
İktidarın şiddetli bir şekilde ele geçirilmesi, zayıf bir demokrasiden otoriter bir rejime geçişin kademeli olarak gerçekleşmesi nedeniyle gerçekleşmedi; daha önce Faşist İtalya ve Nazi Almanyası'nda olduğu gibi, güçlü siyasi ve sendikal muhalefetle mücadele edilmiş ve bastırılmıştır.
Japonya'da faşizm hakkında konuşmanın meşru olduğunu savunan tarihçilerin, İtalya, Japonya ve Almanya arasında neredeyse eşit bir şekilde ülkenin ekonomik durumuna, ekonomi ile büyük sanayi tekellerinin, özellikle de silahlı kuvvetlerin çıkarlarına dayanan otoriter siyasi yapılar arasındaki bağlantılara özellikle dikkat çekmişlerdir.