Tabula rasa veya tabula rosa, John Locke'un ortaya attığı "boş levha" önermesine işaret eder. Bir empirist olan Hume'a göre, zihnimizde doğuştan gelen bir fikir yoktur. Bununla birlikte Hume, nedenselliğe de karşı çıkar. Şeyler arasında kurduğumuz zamansal ve uzamsal ilişkiler, onların kendilerinde özellikleri değil, bizim deneyimsel alışkanlıklarımızla ilgilidir. (Buradaki "deneyimsel" kavramı bilinçli yürütülmüş bir aşama değil, salt tanıklıktır.) Olgular arasındaki bağıntıları kendi yöntemlerimizle bilemez, sadece onlara atıflarda bulunuruz. Doğa kurallarla işlemez, formülizasyon sahibi değildir. İnsanlar, doğayı ya da olguları algılayabilmek için sistemler, formüller, öncelik-sonralık ilişkileri kurarlar.
Locke, insanın yaşamındaki tek yol göstericinin akıl olduğunu savunur. İnsanın, yol göstericisi olan aklını kullanıp her türlü gelenek ve otorite baskısından kurtularak özgür düşünceyi seçmesi gerektiğini öne sürer. Ona göre insanı ve toplumu ileri götürecek şeylerin başından özgür düşünce gelir.
Tabula rasa Locke'u her şeyin doğuştan belirli olduğunu savunan kaderci filozoflardan (örn. akılcılık) ayırır.
Sonuç olarak Hume, zihinde yer alır. Bu Locke'un görüşü olarak bilinir.