René Girard'ın eşi Martha (kızlık soyadı McCullough) Amerikalıydı; 1952'den ölümüne kadar evli kaldılar. Martin Girard (d. 1955) ve Daniel Girard (d. 1957) adında iki oğulları ve Mary Brown-Girard (d. 1960) adında bir kızları olmuştur.[1]
1981'de Girard,1995'teki emekliliğine kadar kalacağı Stanford Universitesi'nde Andrew B. Hammond Fransız Dili, Edebiyatı ve Medeniyeti Profesörü olmuştur. Bu dönemde Fransızca: Le Bouc émissaire (1982), Fransızca: La route antique des hommes pervers (1985), A Theatre of Envy: William Shakespeare (1991) ve Fransızca: Quand ces choses commenceront ... (1994) isimli eserlerini yayımlamıştır.
İlk kitabını yayınlamadan önce Girard, kendini agnostik olarak tanımlamıştı; ancak daha sonraları Katolikliği benimsemiştir. Katolikliği benimsedikten sonra, "Girard kendini adamış ve uygulayan bir Roma Katoliği olmuştur."[2]
Girard, 4 Kasım 2015 tarihinde Stanford, Kaliforniya'daki evinde 91 yaşında hayatını kaybetmiştir.[3]
Felsefesi
Girard'ın asıl katkısı arzu psikolojisi alanında gerçekleşmiştir. Girard, insan arzusunun, teorik psikolojinin genellikle kabul ettiğinin aksine, insan bireyselliğinin sıradan bir ürünü olarak değil, taklitçi bir şekilde çalışan bir süreç olduğunu öne sürmüştür. İnsan gelişiminin, bir arzu nesnesini arzulayarak onu arzulanan bir hale getiren bir arzu modelinden üçgen şeklinde ilerlediğini ileri sürmüştür. Modelin nesnesine yönelik bu arzu, kopyalanır ve çoğu zaman bu arzunun kaynağının taklitçi arzu üçgenini tamamlayan, farkında olmadan kendimize mal ettiğimiz bir başkasından geldiğini fark ettiğimizdeye kadar kendimize aitmiş gibi görünür. Bu arzuyu sahiplenme süreci, kimlik oluşumu, bilgi ve sosyal normların iletilmesi ve maddi arzuları içerir (ancak bunlarla sınırlı değildir); Girard'a göre, tüm bunların kökeni, bilinçli veya bilinçsiz şekilde arzu için model aldığımız başkalarının arzularını kopyalamaya dayanmaktadır.[4]
Mimetik teorinin ikinci büyük keşfi, insan kökenleri ve antropolojiyle ilgili olarak arzunun taklitçi doğasının sonuçlarını göz önünde bulundurmasıyla ortaya çıkmıştır. Arzunun bu taklitçi yapısı, insanoğlunun sosyal öğrenme yoluyla antropolojik başarısına imkan verirken aynı zamanda şiddetin tırmanma potansiyelini de beraberinde getirir. Eğer bir özne, bir nesneyi sadece başka bir özne tarafından arzulandığı için istiyorsa, o zaman arzuları aynı nesneler üzerinde birleşmek zorundadır. Ancak bu nesneler kolayca paylaşılamıyorsa (örneğin yiyecek, eş, toprak, prestij ve statü gibi), özneler bu nesneler etrafında taklitçi bir şekilde yoğunlaşan çatışmalara sürüklenebilirler. İlk insan toplulukları için bu şiddet sorununa bulunabilecek en basit çözüm, suçu ve düşmanlığı bir grubun üyesi üzerinde yoğunlaştırmak, bu kişiyi hedef alarak onu grup içindeki çatışmanın ve düşmanlığın kaynağı olarak görmek oldu. Herkesin herkese karşı şiddetli çatışmasından kaçınılması amacıyla, bir kişinin dışında herkesin birleştirici ve yatıştırıcı bir şiddete yönelmesi gerekti. Bu düzenlemeyi sağlamak adına, düzensizliğin sebebi olarak gösterilen ve suçlu ilan edilen birey daha sonra topluluğun düzen ve anlamını temsil eden bir figür olarak saygı görmeye ve hatta bir tanrı olarak kabul edilmeye başlandı. İnsan topluluklarını oluşturan ve sürdüren bu süreç, mimetik teoride "günah keçisi mekanizması" olarak adlandırılır.[5]
Nihayetinde günah keçisi mekanizması, İlahiyatın konumunu zulmeden topluluğun aksine kurbanın yanında olacak şekilde kategorik olarak yeniden yönlendiren İncil metinlerinde açığa çıkmıştır. Örneğin Romulus ve Remus gibi diğer tüm mitler, birleşik bir topluluk olarak bir araya gelebilmek için meşruiyetleri kurbanın suçluluğuna bağlı olan topluluğun bakış açısından yazılmış ve inşa edilmiştir. Günah keçisi mekanizması kurbanın görece masumiyetini ifşa ederek artık birlik ve barış üretme aracı olarak işlev göremez hale getirilmiştir.[6]
Mimetik Arzu
Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık on yıl Fransız edebiyatı dersleri verdikten sonra Girard, edebi metinler hakkında yeni bir konuşma biçimi geliştirmeye başladı. Tek tek eserlerin "benzersizliğinin" ötesinde, ortak yapısal özelliklerini aradı; büyük kurgu eserlerdeki karakterlerin, romanların geneline yayılmış bir ilişkiler sistemi içinde geliştiğini gözlemledi. Ancak yapılması gereken bir ayrım vardı:
“
Sadece büyük yazarlar bu mekanizmaları tahrif etmeden aslına sadık bir şekilde resmetmeyi başarır: Burada paradoksal bir şekilde, daha doğrusu hiç de paradoksal olmayan bir şekilde, bir yazar ne kadar büyükse o kadar az değişkenliğe sahip olan bir ilişkiler sistemine sahibiz.[7]
„
Yani Proust'un deyimiyle gerçekten de "psikolojik yasalar" vardı.[8] Bu yasalar ve bu sistem, Girard'ın mimetik arzu, "arzunun mimetik karakteri" olarak adlandırdığı, romancılar tarafından kavranan temel bir gerçekliğin sonuçlarıdır. Bu Girard'ın ilk kitabı olan Aldatma, Arzu ve Roman'ın (1961) içeriğidir. Arzularımızı başkalarından ödünç alırız. Özerk olmak bir yana, belli bir nesneye yönelik arzumuz her zaman başka bir kişinin -modelin- aynı nesneye yönelik arzusu tarafından kışkırtılır. Bu, Girard'ın dolayımlayıcı olarak adlandırdığı özne ve nesne arasındaki ilişkinin doğrudan olmadığı, özne, model ve nesneden oluşan üçgen bir ilişki içinde geliştiği anlamına gelir. Nesne aracılığıyla kişi modele çekilir.
Aslında aranan modeldir, arabulucudur. Bu arayışa "arabuluculuk" denir.
Girard arzuyu "metafizik" olarak adlandırır, çünkü arzu basit bir ihtiyaç ya da istekten daha fazlası olduğunda "her arzu bir olma arzusudur", bir özlem halini alır, dolayımlayıcıya atfedilen bir tatmin hayalidir.
Arzunun aracısı toplumsal olarak öznenin erişiminin ötesinde olduğunda ya da örneğin Amadis de Gaula ve Don Kişot örneğinde olduğu gibi kurgusal bir karakter olduğunda aracılık "dışsal" olarak adlandırılır. Kahraman, yine de iyimser kalan bir tür çılgınlık yaşar.
Arabulucu özne ile aynı seviyede olduğunda, arabuluculuk "içsel" olarak adlandırılır. Dolayımlayıcı daha sonra bir rakibe ve nesnenin elde edilmesinin önünde bir engel haline gelir ve rekabet büyüdükçe değeri artar.
Onların karakterleri aracılığıyla kendi davranışlarımız sergilenir. Her birey, kendi arzularının gerçekliği yanılsamasına sıkıca sarılır; romancılar ise, Proust'un kahramanları aracılığıyla tüm yalanların, ikiyüzlülüklerin, manevraların ve züppeliklerin acımasızca açığa çıkarılmasını sağlarlar; tüm bunlar, kişinin gerçekle yüzleşmesini engelleyen "arzu hileleri"nden başka bir şey değildir: kıskançlık ve haset. Arabulucunun varlığını arzulayan bu karakterler, ona insanüstü erdemler yüklerken aynı zamanda kendilerini değersizleştirirler; arabulucu, onlara engel olduğu ölçüde, kendilerini köleleştirirken onu bir tanrı gibi yüceltirler. Bazıları bu mantığı izleyerek, arzuladıkları idealin yaklaştığına dair işaretleri olan başarısızlıkları aramaya başlarlar. Bu, ulaşılamayanı aramanın doğasında var olan evrensel sözde mazoşizmin yüksek bir deneyimi olarak ortaya çıkabilir; elbette aktör bu rolü tersine çevirerek sadizme dönüştürebilir.
Mimetik arzu üzerine bu temel odaklanma Girard tarafından kariyerinin geri kalanı boyunca sürdürülmüştür. Girard teorilerini geliştirdiğinde insanlarda taklit vurgusu popüler bir konu değildi, ancak bugün iddiaları dair psikoloji ve sinirbilimdeki ampirik araştırmalardan gelen bir destek vardır. (Farneti, 2013)[9]Farneti (2013) de İsrail-Filistin çatışması örneğini kullanarak ve Girard'ın teorisine atıfta bulunarak mimetik arzunun inatçı çatışmalardaki rolünü tartışmıştır. Yoğunlaşan çatışmanın İsrailliler ve Filistinlilerin taklitçi davranışlarının bir ürünü olduğunu öne sürmekte ve onları "Siyam ikizleri" olarak adlandırmıştır.[10]
Sonsuz maddi zenginliğe duyulan arzunun toplum için zararlı olduğu fikri yeni bir görüş değildir. Para sevgisinin her türlü kötülüğün kaynağı olduğuna dair Yeni Ahit ayetlerinden, maddi zenginlik ve sermayeyi insanın hem kendi insanlığına hem de içinde yaşadığı topluma yabancılaşmasının mekanizması olarak gören Hegelci ve Marksist eleştiriye, Bertrand Russell'ın 1950'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kabul ederken yaptığı ünlü konuşmaya kadar, arzu tüm edebiyatta yıkıcı bir güç olarak anlaşılmıştır - Paris'in Helen'i çalması Girard'ın sıkça tartıştığı bir konu olmuştur.
Girard'ın bu kavrama katkıda bulunduğu şey, temelde arzulanan şeyin nesnenin kendisi değil, ona sahip olan öznenin ontolojik durumu olduğu fikridir; burada taklit, rekabetin amacıdır o halde Paris'in istediği Helen değil, Agamemnon gibi büyük bir kral olmaktır.
Arzu eden kişi, taklit ettiği kişinin sahip olduğu nesne aracılığıyla, taklit ettiği özne gibi olmaya çalışır. Girard şöyle der:
"Dünyaya egemen olan farklılık değil, farklılığın mimetik karşılıklılık tarafından yok edilmesidir; bu karşılıklılığın kendisi, gerçekten evrensel olarak, sürekli farklılığın göreceliliğinin bir yanılsama olduğunu gösterir."[11]
Bu, insan yaşamına dair kötümser bir bakış açısıydı ve hâlâ öyle; çünkü insanlar arasındaki farklılıkların taklit yoluyla silinmesi çatışmayı doğuran şeydir, farklılaşmanın kendisi değil.
^Mesela Time Regained (Fransızca: Le Temps retrouvé, Remembrance of Things Past volüm 7): "Bir sanat eserine uygun malzemeyi genelliğinden dolayı seçen, bir potansiyel yazarın hissettiği genellik duygusudur. Ne kadar sıkıcı ve yorucu olursa olsun, yalnızca diğerlerine dikkat ederler; papağanlar gibi kendi türlerinin söylediklerini tekrarladıklarında, tam da bu sebepten psikolojik bir yasanın sözcüsü olan kehanet yapan kuşlar olurlar." Fransızca: "... c'est le sentiment du général qui dans l'écrivain futur choisit lui-même ce qui est général et pourra entrer dans l'œuvre d'art. Car il n'a écouté les autres que quand, si bêtes ou si fous qu'ils fussent, répétant comme des perroquets ce que disent les gens de caractère semblable, ils s'étaient faits par là même les oiseaux prophètes, les porte-paroles d'une loi psychologique."
^Roberto Farneti, Mimetic politics (Michigan State University Press 2015), pp. 34–38, 58–65, 69–71.
^Girard, René, 1923–2015. (January 2014). The one by whom scandal comes. Michigan State University Press. ISBN978-1-61186-109-9. OCLC843010034.KB1 bakım: Birden fazla ad: yazar listesi (link)