Psikoz, düşünce ve duyunun ağır oranda bozulduğu zihin durumunu tanımlamakta kullanılan genel bir psikiyatri terimidir. Psikotik epizod geçiren hastalar halüsinasyonlar görüp, delüzyonel inançlar taşıyabilir (grandiyöz veya paranoid delüzyonlar gibi), kişilik değişiklikleri ve düşünce bozukluğu gösterebilir. Bir psikotik epizod gerçek ile bağlatının kopması veya zarar görmesi ile karakterizedir denilebilir. Gençlerde daha sık görülen psikoz ağır bir zihinsel hastalığın belirtisi olabilir.
Etimoloji
Psikoz sözcüğü ilk kez Ernst von Feuchtersleben tarafından 1845'te delilik ve maniye alternatif olarak kullanılmıştır. Sözcük Yunanca psyche ("zihin, ruh") ve -osis ("hastalıklı" veya "anormal durum")'dan türemiştir.[1] Sözcük zihin bozuklukları olduğu düşünülen bozuklukları, sinir sistemindeki bir bozukluktan türediği düşünülen nevrozdan ayırmak için kullanılmıştı.
Genel bakış
Genel psikiyatride psikoz ağır akıl hastalığının semptomu olarak kabul edilir fakat, kendisi bir diyagnoz sayılmaz. Her ne kadar sadece belirli bir psikolojik veya fiziksel durumla arasında bağlantı olmasa da, özellikle şizofreni, bipolar bozukluk ve ağır klinik depresyon ile ilişkilendirilmiştir. Ayrıca psikotik duruma yol açabilecek, saptanabilir fiziksel patolojiler de vardır, beyin zedelenmesi veya diğer nörolojik bozukluklar, lupus ve alışkanlık oluşmuş uyuşturucu maddelerin kullanımının geri çekilmesi gibi.
Psikoz terimi, bir kişinin davranışları sebebiyle suçlanamayacağını ortaya koyan ve hukuki bir terim olan delilik kavramından ayrıştırılmalıdır. Benzer bir şekilde, bir kişilik bozukluğu olan psikopatiden de farklıdır. Her ne kadar yaygın görüş ikisini aynı şekilde ele almakta ve psiko olarak kısaltmakta ise de, psikoz psikopatinin temel özellikleriyle benzerlik taşımaz; özellikle şiddet yönü psikozda nadiren görülürken, gerçeklik duyusunun bozulması ve kaybolması da psikopatide nadiren görülür.
Psikoz ayrıca deliryum durumundan da ayrıştırılmalıdır, zira bir psikotik birey yüksek düzeyde entelektüel emek isteyen işleri bilinci açıkken yapabilir. Son olarak, zihinsel hastalıktan da ayrıştırılmalıdır. Psikoz diğer zihinsel hastalıkların bir semptomu olarak görülebilir fakat, tanımsal bir kavram olarak kendi başına bir hastalık sayılır. Örneğin, şizofreni olan kişiler psikoz içermeyen uzun dönemler geçirebilir ve bipolar bozukluğu ve depresyonu olan kişilerde de psikozsuz duygudurum semptomları olabilir. Tersi şekilde, kronik zihinsel hastalığı olmayan birisinde, yoğun stres veya bir advers ilaç tepkisi nedeniyle psikoz oluşabilir.
Psikoaktif maddelerin kullanımı sonrası gerçekleşen psikotik durumlar özellikle dozaşımı, kronik kullanım ve kullanmayı bırakma (geri çekilme) ile ilişkilendirilebilir. Belirli bileşikler diğerlerine oranla daha yüksek bir psikoza yol açma olasılığına sahiptirler ve bazı bireyler diğerlerine oranla daha hassas olabilirler. Belirli 'sokak' maddeleri, örneğin kokain, amfetamin, PCP ve halüsinojenler psikoz gelişimiyle ilişkilidir. Antikolinerjik ilaçlar (atropin, skopolamin, Datura stramonium) ve birçok antihistamin de bazı kişilerde psikoza yol açabilir.
Merkezi sinir sisteminde genel depresan etkileri olan maddeler kullanımları sırasında genellikle psikoza neden olmazlar ve aslında bazı insanlarda semptomların etkilerini azaltabilir. Fakat bu tip maddelerin kullanımına son verilmesi (geri çekinilmesi) özellikle tehlikeli olabilir, psikoz veya deliryuma neden olabilir.
Psikolojik stresin de psikotik durumlarda payı olduğu ve bunları tetiklediği bilinmektedir. Hem yaşam boyunca olmuş çeşitli travmatik olayları barındıran bir geçmişin hem de yeni karşılaşılmış olan stresli bir olayın, psikozun gelişiminde payı olduğu bilinmektedir. Bu durum stresin tetiklediği kısa dönemli psikoz kısa süreli tepkisel psikoz (veya kısa reaktif psikoz) olarak anılır.
Uykusuzluk psikozla ilişkilendirilmiş olmakla birlikte, çoğunluk için büyük bir risk faktörü olduğuna dair fazla kanıt yoktur. Bazı kişiler hipnogojik veya hipnopompik halüsinasyonlar geçirse de, bunlar normal uyku fenomenleri olup, psikozun belirtilerinden sayılmaz.
1960'lar ve 1970'lerde psikoz, karşı kültür eleştirmenlerinin ilgi odağı olmuştur. Bunlar psikozun illaki bir hastalık olması gerekmediğini, belki gerçeklik inşa etmenin sadece farklı bir yolu olabileceğini öne sürmüşlerdir. Örneğin, R. D. Laing psikozun, benzeri görüşlerin hoş karşılanmayacağı bir durumda yaşayan kişilerin kaygılarını sembolik bir şekilde ifadesi olarak görmüştür. Ayrıca psikozun iyileştirici (şifa) ve ruhani yönleri olan transandantal bir deneyim olduğunu iddia etmiştir.
Bununla birlikte, genel olarak, psikozun teşhis ve bilimsel incelenmesindeki gelişmeler biyoloji, bilişsel psikoloji ve nöropsikoloji temelli teorilerin kabul edilmesine yol açmıştır. 1990'lardan beri, ABD ve Avrupa'da sadece bir iki saygın pratisyen psikoza bu bilimsel çerçevedeki kaynaklar dışında yaklaşmıştır.
Antipsikotik ilaçlar psikozun tedavisinde kullanılmaktadır ve potansiyel olarak semptomları nispeten hızlı bir şekilde azaltabilir veya yok edebilir. Bugün birçok klinik standart organizasyonları tarafından bilişsel davranışsal terapi psikoz için etkili bir psikolojik tedavi olarak önerilmektedir.
Belirtiler ve psikotik deneyimler
Belirtiler
Psikoz belirtileri şöyle sıralanabilir:
Düşünce bozukluğu; Düşüncelerin belirli bir düzene oturtulamaması, karmaşık bir hale gelmesi, bunun sonucu olarak konuşmada bozukluklar, dikkat toplamada sorunlar vb.
Duygudurumda değişkenlik; Belirli sebepler olmaksızın kişinin duygudurumunda değişiklikler olabilir, değişkenlik görülebilir. Örneğin herhangi bir neden olmaksızın kişi çok üzülebileceği gibi yine bir neden yokken çok coşkulu olabilir.
Delüzyonel inançlar; Kişinin gerçek dışı düşünce ve inançlara sahip olması. Bu inançlar çok güçlü ve ısrarcı olabilir.
Halüsinasyonlar; Kişilerde gerçekte var olmayan şeyleri görme, koklama veya duyma gibi duyu bozuklukları görülebilir.
Kişilik değişikliği ; Bireyin kişiliğinde ve davranışlarında büyük değişiklikler olması.
Belirtiler bireyden bireye büyük oranda farklılık gösterir. Ayrıca bazı bireyler psikoza diğerlerinden daha yatkındırlar. Ayrıca psikozun tipine ve arka planda yatan zihinsel hastalığa göre belirtiler ve yoğunlukları değişebilir. Örneğin duygudurum değişkenliği bipolar bozukluğun belirtisi olarak psikoz geçiren bir kişide daha yoğunken, halüsinasyonlar şizofreninin belirtisi olarak psikoz geçiren bir kişide daha yoğun olabilir.
Psikotik deneyimler
Bir psikotik epizod kişinin duygudurumuna ve zihinsel hastalığına göre değişir; örneğin bir depresyon arka planındaki kişinin yaşadığı psikotik epizod ile mani arka planındaki bir kişinin yaşadığı psikotik epizod arasında fark olabilir.
Her ne kadar sıkıntılı ve güç bir durum da olsa, psikoz deneyimlerinde faydalı yönler bulan ve bu deneyimleri kişisel gelişimleri için kullanan kişiler de olmuştur.
Varsanılar (Halüsinasyonlar)
Varsanı "hakiki bir etki olmadan duyu organlarının tembih almış gibi çalışması" olarak tanımlanabilir. Varsanılar beş duyunun her birinde oluşabileceği gibi herhangi bir şekli de alabilir; yani basit duyumsamalardan (örneğin ışık, renkler, tatlar veya kokular) gerçekte var olmayan hayvan ve insanlarla iletişim, belirli sesler duymak gibi daha anlamlı ve karmaşık deneyimlere kadar uzanabilir.
Ses varsanıları, özellikle de seslerin duyulması deneyimi psikozun önde gelen ve yaygın özelliklerindendir. Varsanılan sesler kişi hakkında veya kişiyle konuşabilir ve birden çok konuşma birden çok ses duyulabilir. Ses varsanıları özellikle de kişiye emredici, küçültücü veya meşgul edici olduklarında sıkıntılı olurlar.
Psikoz delüzyonel veya paranoid inançlar içerebilir. Karl Jaspers psikotik delüzyonları birincil ve ikincil tiplere sınıflandırır. Birincil delüzyonlar belirli anlaşılabilir nedenleri olmaksızın tanımlanırken, ikincil delüzyonlar kişinin arka planı ve güncel durumuyla bağlantılı olarak anlaşılabilir.
Düşünce bozukluğu
Formal düşünce bozukluğu bilinçli düşüncede oluşan bir bozukluk olarak tanımlanabilir ve büyük ölçüde konuşma ve yazıdaki etkilerine göre sınıflandırılır. Etkilenmiş kişilerde baskılı konuşma (hızlı ve duraksız konuşma) görülebilir.
Anlayış yetersizliği
Psikozun önemli özelliklerinden biri de kişinin davranış veya deneyimlerinin garip, yabancı veya doğaüstü halinin kişi tarafından anlaşılamamasıdır. Akut psikoz durumunda dahi, kişiler halüsinasyonlarının ve imkânsız delüzyonlarının herhangi bir şekilde gerçek dışı olabileceğini düşünemezler, anlayamazlar. Yine de bu mutlak değildir; iç görü/anlayış bireyler arasında ve psikotik epizodun süreci boyunca değişiklik gösterebilir.
Tıbbi açıdan psikoz
Psikozun birkaç olası sebebi vardır. Psikoz derinde yatan bir zihinsel hastalığın, örneğin bipolar bozukluk veya şizofreninin sonucu oluşabilir. Ayrıca psikoz ağır zihinsel stres ve amfetamin, LSD, PCP, kokain veya skopolamin gibi maddelerin yüksek dozlarda veya kronik kullanımında tetiklenebilir veya yoğunlaşabilir. Merkezi sinir sistemidepresan ilaçlarından ani geri çekilme (kullanımını bırakma) psikotik epizodları tetikleyebilir. Psikozun geniş yelpazede birçok farklı hastalık veya durumda görülmesinden (örneğin AIDS, lepra ve sıtma dahil) anlaşılabileceği gibi, bir psikotik epizodun tek bir nedeni olmayabilir.
Ana psikozların manik depresif delilik (şu an bipolar bozukluk diye anılır) ve dementia praecox'a (şu an şizofreni diye anılır) ayrılması Emil Kraepelin tarafından yapılmıştır. Kraepelin 19. yüzyılpsikiyatristlerince belirlenmiş çeşitli zihinsel bozuklukların bir sentezini oluşturmaya çalışmıştır. Bunu ortak semptomların sınıflandırılması temelinde hastalıkları gruplandırarak yapmaya çalışmıştır. Kraepelin 'manik depresif delilik' terimini duygudurum bozukluklarının tüm spektrumunu tanımlamak için, genelde bugünkü kullanımından çok daha geniş bir çerçevede kullanmıştır. Kraepelin'in sınıflandırmasına göre terim bipolar bozukluğun yanı sıra 'ünipolar' klinik depresyonu ve siklotimi gibi diğer duygudurum bozukluklarını da kapsayacaktı. Bunlar duygudurum kontrolüyle ilgili problemlerle karakterizedirler ve psikotik epizodlar duygudurumdaki rahatsızlıklarla ilgili olarak oluşur ve tedavi bile görmeyen hastalar sık sık psikotik epizodlar arasında normal işleyen dönemler geçirmektedirler. Şizofreni ise duygudurumdaki rahatsızlıklarla ilgisiz bir şekilde oluşan psikotik epizodlarla karakterizedir. Çoğu tedavi görmeyen hastalar psikotik epizodlar arasında rahatsızlık belirtileri göstereceklerdir.
Psikotik epizodların süresi bireyden bireye farklılık gösterebilir. Kısa süreli tepkisel psikozda psikotik epizod doğrudan hayattaki belirli bir stresli olayla ilgilidir ve bu nedenle hastalar ani bir şekilde iyileşip, iki hafta içinde normale dönebilirler. Bazı nadir vakalarda ise, bireyler uzun yıllar boyunca psikoz durumunda kalabilir veya çoğu zaman zayıflamış psikotik semptomlar gösterebilirler.
Kısa süreli psikotik epizod geçiren bir hasta, (örneğin) şizofreni sonucu psikotik olan bir başka hastayla aynı semptomlara sahip olabilir ve bu olgu, psikozun temelde beyindeki belirli bir biyolojik sistemde oluşan bir bozukluk olduğu fikrini desteklemekte kullanılmıştır. Bu sanıdan temel alan dopamin hipotezi erken bir teori olmasına rağmen hâlâ popülerliğini korumaktadır. Bununla beraber, psikoz deneyiminde çok geniş bir faktörler topluluğunun (çevresel, sosyal ve çocukluktaki gelişim faktörleri dahil) etkin olduğu belirginleştiği için, biyolojik teorilere ne kadar ağırlık verilebileceği tartışmalıdır.
Herkesin bazı garip ve potansiyel olarak gerçekliğin bozulduğu deneyimler geçirebileceğinden yola çıkarak, psikozun sürekli olarak var olduğu da iddia edilmiştir. Bu fikir (örneğin) halüsinasyon gibi deneyimlerin, deneyimleri nedeniyle sıkıntıya düşmeseler veya zarar görmeseler de, nüfusun büyük bir bölümünde görüldüğünü ortaya koyan araştırmalarca desteklenmiştir.[2] Bu görüşe göre psikotik bir hastalık teşhisi konan kişiler spekturumun sonunda, deneyimlerin özellikle yoğun veya sıkıntılı olduğu durumda olabilirler (bakınız şizotipi).
Psikoz ve beyin fonksiyonu
Psikozlu bir kişinin ilk kez 1935'te pnömoensefalografi diye adlandırılan bir teknik yardımıyla görüntüsü alınmıştır.[3] Psikotik epizod geçiren insanların hem beyin yapısındaki değişiklikleri hem de beyin fonksiyonundaki değişiklikleri araştıran modern beyin görüntüleme çalışmaları, karışık sonuçlar vermiştir.
Psikozlu kişilerin beyinlerindeki yapısal değişiklikleri araştıran 2003 tarihli bir çalışma, kişilerin psikotik olmalarının öncesi ve sonrasında, korteksdekigri maddede önemli bir azalma olduğunu gösterdi.[4] Bu gibi bulgular psikozun kendisinin nörotoksik olup olmadığı ve psikotik epizodun uzunluğunun beyindeki potansiyel olarak zararlı değişikliklerle ilgili olup olamadığı gibi tartışmaların doğmasına yol açmıştır. Her ne kadar araştırmalar devam etse de, güncel araştırmalar durumun bu olmadığını göstermiştir.[5]
Fonksiyonel beyin taramaları beynin duyuları algılayan bölümlerinin psikoz sırasında aktif olduğunu göstermiştir. Örneğin, sesler duyduğunu iddia eden bir kişiye yapılan PET veya fMRI'nin sonuçları, kişinin işitsel korteksinde veya beynin konuşmayı anlama ve algılamayla ilgili kısımlarında etkinlik olduğunu gösterebilir.
Öte yandan, inanç kavramının farklı insanlar arasında doğru bir karşılaştırma yapmak için kullanılabilecek açık bir psikolojik tanımı yoktur.
Net bir bulgu ise, psikotik deneyimlere eğilimli olan kişilerin beyinlerinin sağ yarım küresinde daha yüksek bir etkinliğin gözlendiğidir.[6] Sağ yarım küredeki bu yüksek etkinlik düzeyi, yoğun paranormal inançları olan sağlıklı kişilerde[7] ve mistik deneyimler beyan eden sağlıklı kişilerde[8] de görülmüştür. Aynı zamanda daha yaratıcı olan kişilerin de benzer beyin etkinliği modelleri göstermeye daha yatkın olduğu ortaya konmuştur.[9] Bazı araştırmacılar bunun hiçbir şekilde paranormal, mistik veya yaratıcı deneyimlerin kendi kendilerine zihinsel hastalığın bir semptomu olabileceği anlamına gelmediğini belirtmiştirler; zira bu gibi deneyimlerin bazılarında faydalıyken bazılarında teşhis edilebilir zihinsel patolojik sıkıntı ve rahatsızlığa yol açabilmesine neyin neden olduğu belirsizdir.
Psikoz geleneksel olarak dopaminnörotransmitterine bağlanmıştır. Özellikle, etkili bir iddia olan dopamin hipotezi psikozun beyindeki dopamin fonksiyonunun aşırı etkinliği nedeniyle oluştuğunu ifade etmektedir. Bu teoriyi destekleyen iki ana kanıtsal kaynak dopamin-engelleyici ilaçların (antipsikotikler) psikotik semptomların yoğunluğunu azaltmaya eğilimli oluşu ve dopamin etkinliğini artıran ilaçların (amfetamin ve kokain gibi) bazı insanlarda psikozu tetiklediğidir (bakınız amfetamin psikozu).
Genelde psikoz ile dopamin arasındaki bağlantının kompleks olduğuna inanılmaktadır. Her şeyden önce, antipsikotik ilaçlar dopamin reseptörlerini anında bloke ederken (engellerken), psikoz semptomlarını azaltmaları genellikle bir veya iki hafta alır.[kaynak belirtilmeli] Ek olarak, yeni ve eşit oranda etkili antipsikotik ilaçlar, eski ilaçlara nispeten beyinde daha az dopamin bloke ederken, serotonin fonksiyonunu da etkilerler; bu da dopamin hipotezinin durumu fazlasıyla basitleştirdiği fikrini doğurmaktadır.
Psikiyatrist David Healyfarmasötik firmaları bu zihinsel hastalık için basitleştirilmiş biyolojik teorileri destekleyip, psikoz etyolojisinde önemli etkenler olduğu bilinen sosyal ve gelişimsel faktörlerin göz ardı ettikleri ve farmasötik tedavilerin birincil olduğunu vurguladıkları yönünde eleştirmiştir.[10]
Bazı teoriler psikotik semptomları, kişinin içinde geçirdiği deneyim ve oluşturduğu fikirlerin aidiyetinin algılanmasıyla ilgili bir sorun olduğu şeklinde görürler.[11] Örneğin, sesler işitme deneyimini geçiren bir psikotik kişinin aslında bu sesleri içinden kendisinin konuşması fakat dışarıdaki bir kaynaktan geldiği şeklinde yanlış biçimde algılaması.
Kenevir ve psikoz
Bugün kenevir kullanımı ile psikoza karşı hassasiyet arasındaki muhtemel küçük ama önemli bir bağlantı üzerine kanıtlar artmaktadır.[12] Bazı çalışmalar kenevir kullanımının psikotik deneyimindeki ufak bir artışla ilişkili olduğunu ve bunun da bazı insanlarda psikozu tetikleyebileceğini ortaya koymuştur. Erken dönemli çalışmalar, katılımcıların daha önce veya test sürecinde kullanmış olabileceği diğer maddeleri (örneğin LSD) ve diğer faktörleri dikkate almadıkları için eleştirilmişlerdir. Bununla birlikte, daha iyi kontrole sahip daha güncel çalışmalar da kenevir kullananlarda psikoz riskinde küçük bir artış olduğu sonucuna varmıştır. Bunun nedensel bir bağ olup olmadığı hâlâ belirsizdir ki; ayrıca bu sadece kenevir kullanımının zaten psikoza yatkın olan insanlarda psikoz riskini yükselttiği anlamına da gelebilir. Kenevir kullanımının son yıllardaki artışı ile birlikte psikoz oranının artmayışı[13], tüm kenevir kullananlar için doğrudan bir bağlantının olmadığı fikrini doğurmuştur.
Psikiyatrik olmayan durumlar ve psikoz
Psikoz birçok hastalığın öğesi olabilir; sıklıkla da beyin veya sinir sistemi doğrudan etkilendiği durumlarda. Psikozun zaman zaman bazı hastalıklara (örneğin grip ve kabakulak dahil) paralel olarak ortaya çıktığı gerçeği de, çeşitli sinir sistemi stresörlerinin psikotik bir tepkiye yol açabileceği fikrini oluşturmuştur. Psikiyatrik olmayan durumlarda ortaya çıkan psikoz zaman zaman 'ikincil psikoz' olarak anılır. Bunun gerçekleşmesine yol açan mekanizmalar hâlâ bilinmezken, psikozun belirli olmayışı Tsuang ve meslektaşlarının "psikoz zihinsel hastalığın 'ateş'idir - ciddi fakat belirsiz bir gösterge"[14] şeklinde düşünmesine yol açmıştır.
Psikoz ile özellikle ilişkilendirilen ve psikiyatrik olmayan bazı durumlar vardır, bunlardan birkaçı şunlardır:
Büyük değişkenlik sebebiyle, tedavi öncesinde psikotik kişiyle bir dizi görüşme yapılır. Bu görüşmelerde çevresel ve sosyal etkenler hakkında da bilgi edinilir zira bunların psikoz etyolojisinde önemli rol oynadıkları bilinmektedir. Tedavi genellikle ilaç tedavisinin yanı sıra psikolojik terapi de içerir. İlaç tedavisi antipsikotikleri içerir. Psikolojik terapi psikozun yoğunlaştığı noktalara, arka plana ve bireye göre büyük değişkenlik gösterebilir. Doğrudan birebir terapinin yanı sıra grup terapisi olarak da yürütülebilir.
^ - Lohr JB, Caligiuri MP (1997) Lateralized hemispheric dysfunction in the major psychotic disorders: historical perspectives and findings from a study of motor asymmetry in older patients. Schizophrophrenia Research, 30, 27(2-3), 191-8.
^ - Makarec, K., & Persinger, M. A. (1985) Temporal lobe signs: electroencephalographic validity and enhanced scores in special populations. Perceptual and Motor Skills, 60(3), 831-842.
^ - Healy D. (2002) The Creation of Psychopharmacology. Cambridge, MA: Harvard University Press. ISBN 0-674-00619-4
^ - Blakemore SJ, Smith J, Steel R, Johnstone CE, Frith CD. (2000) The perception of self-produced sensory stimuli in patients with auditory hallucinations and passivity experiences: evidence for a breakdown in self-monitoring. Psychological Medicine, 30 (5), 1131-9.
^ - Degenhardt, L. (2003) Editorial: The link between cannabis use and psychosis: furthering the debate. Psychological Medicine, 33, 3-6.
^ - Degenhardt, L., Hall, W., & Lynskey, M. (2001) Comorbidity between cannabis use and psychosis: Modelling some possible relationships. NDARC Technical Report No. 121. Sydney: National Drug and Alcohol Research Centre. pdf
^ - "psychosis", Concise Oxford English Dictionary, Oxford University Press, 2004.
Konuyla ilgili yayınlar
Tıp
Sims, A. (2002) Symptoms in the mind: An introduction to descriptive psychopathology (3rd edition). Edinburgh: Elsevier Science Ltd. ISBN 0-7020-2627-1